Terapi ve Rasyonalite
GÜNEŞ KAYACI, ZEYNEP GÜLÜM

 İnsan biriciktir. Kendisine, ötekilere ve doğaya zarar vermesi,hatta bunu rasyonel olanın meşru alanına sığınarak yapması ile biriciktir. Uygarlaşan insanın yarattığı pratiklerden biri olan terapiile bu biriciklik yeniden üretilir ve hakim ideolojinin kurguladığınormlara sıkıştırılan birey yüceltilmeye devam edilir. Bu normbireyciliktir ve terapi, kurgusu gereği, bu normu yeniden üretir.

 Pekiyi, psikologlara öğretilen terapilerin kurgusu içinde bu durumdankaçınmak ve modern yaşamın insanı içine ittiği bu sağduyudan arınmışussallığın dışına çıkmak mümkün müdür? Daha da ileri gidersek, başkabir dünyayı mümkün kılmak psikoterapilerin konusu olabilir mi?Önce terapinin kurguladığı rasyonaliteye ve toplumsal sorunlarınasıl birey sorununa indirgediğine bakalım. Terapide kişiler birbütünlük içinde ele alınır; danışan terapi aracılığıyla kendi öyküsünüyeniden inşa etmektedir. Öyküde tutarsızlıklar, boşluklar kalmamasıiçin bugünün gerçeği referans alınır. Örtük kabul, sorunun gerçekliktedeğil zihnimizde olduğudur. Gerçek; psikolog ve danışandan bağımsız,sonsuz bir biçimde keşfedilebilir ama ancak 'makul ölçüde'değiştirilebilir bir nesne haline gelir.

 Aslında toplumsal olan sorun,bireyin zihnindeki ve ancak o zihin yapısının değişmesi ileçözülebilecek bir sorun haline getirilir.Yabancılaşmış modern birey boğulma hissetmektedir, içinde birboşluk vardır, yaşamın anlamsızlığı üzerine çökmüştür ve bu çeşitlibiçimlerde tezahür eder. Terapi, bu duyguların önce keşfedilip sonrasağaltıldığı, bozukluğun düzeltildiği, gerçeğe olan isyanın başedilebilir düzeye çekildiği alandır. Gerçekliğe isyan, başka birgerçeklik için mücadeleye evrilmeden, sağduyudan arınmış ussallıktarafından kuşatılır ve terapinin metası haline getirilerek'sağaltılır'. Sorun yine, gerçeklikte değil zihnimizdedir.Bu değerlendirme psikiyatri için de geçerlidir; "Psikiyatri,hastalıkların kaynağında günahı görmekten vazgeçmek istemeyen dehanınözündeki haklı isyan dürtüsünü kökünden söküp atmaya çalışan bir türmuhafızdır."[1] Psikiyatristi de psikoloğu da ilgilendiren seyin,duyguların, kişinin içsel dünyasının sağaltımı oldugunusoyleyebiliriz. Terapistin geldiği ekol, kullandığı teknikler neolursa olsun terapist ve danışan arasında bir ilişki inşa edilir. Bu ilişki başlangıçta yapay da olsa gerçek hale gelir ve değişim, ogerçeklik içinde yaşananlar sayesinde gerçekleşir. Bu ilişkinin heriki tarafını da değerlendirmek ilgi çekici olabilir. Danışan açısından terapi, bir yeniden öğrenme sürecidir. Terapide olanlar, yani 'şimdive burada' analiz edilerek değişim sağlanmaya çalışılır. Terapist,hali hazırda tanımlanmış rasyonel alanda -yani kişinin ait olduğudünyayı ve bugünü referans alarak terapide yeniden kurguladığıgerçekte- türlü manevralarla, hatta o alana irrasyonaliteyi,bilinçdışı arzuları, rüyaları, simgeleri de katarak ilerler. Ancak,irrasyonalite yalnızca rasyonel olana hizmet ettiği sürece işlevseldirve işlevsel olduğu sürece terapide kendine bir alan bulur. Ama bu göstermelik bir kucaklaşmadır. Gerçekte yaşanan isyanın(yani irrasyonel addedilenin) terapi aracılığıyla gündelik yaşamdandışlanmasıdır.Terapi ilişkisini terapist açısından değerlendirdiğimizde psikologunkendi deneyimine yabancı olduğunu görürüz.

 Terapistin danışanla kurduğuilişki öylesine "özel ve farklı" bir ilişkidir ki, terapistin kendisiolmasına izin vermez. Bu ilişki dış dünyada kurulan bütün ilişkilerdenizoledir. Öyle ki, iş yaşamında haksızlığa uğradığını ve sesiniçıkaramadığını dile getiren danışana, terapist çalıştığı iş yerinde nekadar haksızlığa uğruyor olursa olsun bunu söyleyemez. Böyle birbilginin danışanla paylaşılması terapiye zarar verir, terapötikdeğildir. Böyle bir durumda terapistin yapması beklenen, danışanınmevcut koşullara en uygun şekilde davranabilmesini sağlamaktır.Terapistin kendi deneyimini terapi odasında paylaşması kesinlikleyasaktır, böylece deneyimin ortak bir mücadele zemini yaratmapotansiyeli ortadan kalkmıştır.Burada irrasyonel mümkün müdür ya da rasyonele atıftabulunmayan bir irrasyonel mümkün müdür, sorusu sorulabilir. Terapinin,imkânsızı yani devrimi, isyanı, başkaldırıyı dışladığı nokta tam daburadadır. Danışanın terapi odasına girmesi ile davranışa dökülendeğişim arzusunun yerine gündemi bir süre sonra irrasyonel olanınaklın gözetiminde irdelenmesi alır. Bilinçdışının maskesi kaldırılır,ya da otomatik dusunceler analiz edilir ve oradaki akıldışı unsurlarayıklanır. Oysa irrasyonel olan aslında sadece rasyonelin varlığında,onun aracılığıyla irdelendiğinde irrasyoneldir. İsyan; aklıngözetiminin dışında arzu, hayal, ülkü diye değerlendirilecek,gerçeklik ile ilişkisi sorgulanmayacak ve belki de hayatageçirilecektir.

 Terapinin başka bir özelliği de yapılış amacının kişiyi içinde yaşadığı gerçeklikle bir bütün haline getirmek yani aralarındabir çeşit uyumun olmasını sağlamaktır. Ancak terapi, kurgusu gereği,kişinin dışındaki toplama etki edemez. Dolayısıyla bu uyum, zorunluolarak kişinin içinde yaşadığı gerçekliğe uyum sağlaması -ogerçekliğin fonksiyonel bir birleşeni haline gelmesi- şeklindegerçekleşir. Mutluluk ve normallik, dışarısı ile değiştirilemeyen-daha doğrusu kişinin değiştirilemez gördüğü- olgularla baş edebilmekolarak sunulur. Böylece, içinde yaşadığımız düzenin ortaya çıkardığı pek çok eşitsizliği ve haksızlığı yaşanabilir olarak değerlendirmekpsikolojik açıdan sağlıklı olmanın en önemli göstergesi haline gelir. Aksine; eşitsizliklere ve haksızlıklara karşı gelmek, itiraz etmek,kişinin "yeniliklere açık olmayan" kişilik özelliklerine sahipolduğunu gösterir ki, böyle bir kişilik pek çok "bozukluğa" kapı açanbir özelliktir. İlişkisel psikanaliz, bilişsel davranışçılık, diyalektikdavranışçı veya bilişsel terapiler; bireysel sağaltım söz konusuoldukça, ekol ne olursa olsun 'gerçeklik ilkesi' yani bireyin deparçası olduğu toplum ve sözde gerçekleri kendini orada gösterecektir.

 Normalizasyon, düşünceleri ve sayıltıları ortaya çıkarmak, bilgi işlemsüreci ve mantık hataları, duygusal işleme yöntemleri, işlevsizdüşünceleri araştırma ve sorgulama, onaylanma gereksinimini modifiyeetme, kendi kendini eleştirmeye karşı çıkma... Bu başlıklar kulağaherhangi bir distopyada şirket-devletin vatandaşlarına uyguladığıgizli beyin yıkama yöntemleri gibi gelse de bunlar sadece son yıllardapopülerleşen bilişsel terapi yöntemlerinden bazılarıdır.[2]Bireylerin değişim arzusu örgütlenmek suretiyleortaklaştırılmak yerine terapi odasının duvarları arasınasığdırıldıkça parçası olunan toplumun gerçekleri mevzu bahis edilecekve değişim, bireyin topluma uyum sağlaması ile sınırlı kalacaktır.Bize öğretilen terapilerin şimdiki kurgusu dâhilinde modern yaşamıninsanı içine ittiği bu sağduyudan arınmış ussallığın dışına çıkmakmümkün görünmemektedir.Psikolojik acılardan isyana...

 Neyi normalize ediyoruz? Düşünce ve kuruntu(delusion)arasındaki fark niteliksel midir yoksa niceliksel mi? *Düşüncenindeğeri işleviyle mi ölçülür? Bunların hepsi ayrı birer tartışma konusuolsa da, şimdiki soru şu: Terapide imkânsızın yeri nedir? Her şeyi olduğu gibi kabul etme biçiminde ortaya çıkan bozukluk DSM tarafından-eşyanın doğası gereği- asla tanımlanmayacağı için buradan yola çıkmamız imkânsız. Ama Zerzan sıkıntının kitleselleştiğinigösterdikten sonra önemli bir noktaya değiniyor:Sakın başkaldırıyı yeniden gündeme getiren olgu, giderek artanpsikolojik acılar olmasın; hatta direnişin son umudu da bu olmasın?[3]Psikolojik acıların başkaldırıyı yeniden gündeme getirebilme olasılığının olduğunu bir an için kabul edelim ve terapinin bubaşkaldırıdaki rolüne bakalım.Terapinin, ruhsal baskıyı ortadan kaldırmaya çalışırken bununtoplumsal baskıdan kaynaklandığını görmezden gelmemesi, imkânsızı veyairrasyonel olanı rasyonel için bir meta haline getirmeden gündemegetirmesi mümkün müdür? Kişisel isyanı -ki bu isyan kimi zaman askeregitmek istemediği için "antisosyal kişilik bozukluğu" tanısı alanın,kimi zaman günde 12 saat çalışmak istemediği ve kendini evinekapattığı için "depresyon" tanısı alanın, kimi zaman da dünyayıdeğiştirmeye çalıştığı için "uyum bozukluğu" tanısı alanın isyanıdır-toplumsal bir başkaldırıya dönüştürmesi mümkün müdür? Bu sorunun yanıtını henüz bilmiyoruz. Şifa geleneğinden gelenşifacılar da başkaldırıyı rasyonel alanın dışında kalan imkânsızı mevzu bahis bile etmeyen yeni dinin uygulayıcıları da olabiliriz. Ancak şu açıktır: Kişiyi bunalıma sürükleyenin 'gerçek dışıbeklentiler' değil gerçeğin ta kendisi olduğunu kabul etmeyen bir terapist, bireyin yaşadığı sorunları yine bireye mal etmekte ve bireyibaşkaldırı yerine uyum sağlamaya zorlamaktadır.

 Bir devrim gerçekleştirmek üzere yola çıkan Che, "Gerçekçi ol,imkânsızı iste." demiştir. Terapistler ise bu günlerde danışanlarına,"Sizce bu beklentilerinizden hangileri gerçekçi?" diye sormakta veimkânsızı yani isyanı ve başkaldırıyı gündelik hayattan dışlamaktadır."Zihniniz uyum sağlamasın; sorun gerçeklikte!" diyen, toplumsaldayanışmayı ve başkaldırıyı önemseyen psikologların söylemi ise "Psikolojik destek sosyal bir haktır." söyleminden öteyegitmemektedir. Kitleselleşen bunalım, direniş yerine yeni bir dinindoğuşunu getirmekte ve psikologlar imkânsızın arzulanabilir olduğunusöylemek yerine kendi konumlarını meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

 Psikoterapi toplumsal sorunlara dair herhangi bir çözüm üretebilir mi? Bu sorunun yanıtının "hayır" olduğu açık. Psikolojiyitoplumsal değişim ve mücadele için bir araç haline getirebilir miyiz,sorusu ise tartışılmayı bekliyor.Belki de ihtiyacımız olan psikolojikleştirmeden uzaklaşmak,hali hazırda psikolojik sorun olarak değerlendirilen şeylerin, hattakitleselleşen bunalım ve sıkıntının sınıfsal, toplumsal, tarihseltemellerini ortaya çıkarmaktır.Hatta belki de toplumsal dayanışmayı vurgulayan psikologlarartık "siyanürlü su içtiği için hastalanan bireyin tedavi edilmesininsosyal bir hak olduğunu" söylemek yerine "hastalığın sebebinin suyasiyanürün karışması" olduğunu göstermeli ve kendi devrimlerini gerçekleştirmelidir. Yapılması gereken, belki de ezileni kendi deneyimine tanıdık kılmak, bireyselliğin içindeki toplumsallığıvurgulamak, sıkıntı psikolojisinin kitleselleştiğini haykırmak veimkânsızın mümkün olduğunu hatırlamak ve hatırlatmaktır. Bize göre insanın değil, doğanın biricik olduğu bilinciyle yaşamını sürdüren birtoplum imkânsız değildir.

*Dünyamı değiştirmek istiyorum bir düşünce iken, dünyayıdeğiştirmek istiyorum bir sanrı mıdır? Bunların arasındaki fark niceliksel mi yoksa niteliksel midir? Yanıtını veremeyeceğimiz birsoru. Psikolojinin felsefi meselelerinden biri daha...
[1] Guno Bilger, Frengili Psikiyatri. Sizofrengi. Sayi 1, Subat 1992makalesinden alinmistir.
[2] Leahy, R., L. (1997). Bilişsel terapi ve uygulamaları. (Çev. H.Hacak, M. Macit, F. Özpilavcı). T. Özakkaş (Ed.). İstanbul: LiteraYayıncılık.
[3] Zerzan, J. (2009) Gelecekteki İlkel, Kaos Yayınları
Twitter
Facebook
© Copyright 2013 - TODAP