Sınıf ve Psikoloji İlişkisini Yeniden Kurmak

Sınıf ve Psikoloji İlişkisini Yeniden Kurmak. Kampfplatz, cilt 1, sayı 3, 2013.


SINIF VE PSİKOLOJİ İLİŞKİSİNİ YENİDEN KURMAK

BARAN GÜRSEL*

Sınıf ve psikoloji arasındaki mevcut ilişki biçimi, ilişkinin her iki tarafını ve bunların içinde yer aldığı toplumsallığı kavrama ve bunlara katkı sunma yönünde ciddi eksikliklere sahiptir. Bu ilişkiyi yeniden düşünmeye yönelik bir girişim olan Eleştirel Psikoloji (2012) kitabında yer alan Heather E. Bullock ve Wendy M. Limbert tarafından kaleme alınmış Sınıf[1] makalesi de ana akım psikolojiye yönelik, burada hepsine değinmeyeceğimiz önemli eleştiriler getirmekte fakat onu sınıf kavrayışını koruyarak, var olan ilişki biçimini sürdürmektedir. Ben de burada, yazarlar tarafından dile getirilen eleştirilerin, üzerinde temellendiği sınıf kavrayışının eleştirisinden yola çıkarak sınıf ve psikoloji ilişkisine dair alternatif bir yaklaşım önermeye çalışacağım.

Psikoloji ve sınıf ilişkisinin yeniden kurulmasına birkaç açıdan ihtiyaç var. Öncelikle, hakim biçimlerinde sınıf ve tarih körü olmayı tercih eden bir disiplinin ve bu disiplinle meşgul olanların bu pozisyonlarını koruyarak, kendi varoluş biçimiyle ilişkiye geçemeden, insan ve toplumu kavrama ve bunlara katkı sunma iddiası gerçekçi bir iddia değildir. Buna ek olarak ana akım psikoloji bilimi birçok yönüyle insan, doğa ve canlılar için en büyük tehlike olan kapitalizm ve sınıflı toplumun -bazen tek başına bazen diğer disiplinlerle el ele- sürdürülmesine katkıda bulunmuştur ve bulunmaktadır. Psikolojinin egemen hale gelmiş biçimlerinin bu yönleri psikolojiyi, insan ve toplumdan yana bir şekilde yeniden tasarlama ihtiyacını doğurmaktadır. Bu noktalara ek olarak beliren bir diğer ihtiyaç da, psikoloji ve psikologların dünyayı değiştirme yönünde ne gibi bir rolünün olabileceği sorusunun cevaplanmasıdır.

Bir disiplin ve onun unsurlarına yönelik öz eleştirel-eleştirel bir yaklaşım, sadece var olagelmişi eleştirmekle kalmamalı aynı zamanda onun alternatifini kurmayı önüne koymalıdır. Bu yeniden kurma çabası, bana kalırsa, bilim(ler) ve icracı(lar) içinde sistemin yuttuklarına yeniden bakarak, sindiremediklerini de yanına katarak, direnen bilgiye dair inanç korunarak gerçekleştirilebilir. Bir disiplini ve onun kullanıcılarını tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemiyor veya onları yok saymıyorsak, bunun sebebi karşımızda duran bilgi ve de kullanıcının sadece eleştirimizin nesnesi olma özelliğinden fazlasını taşıyor olmasıdır. Yani bilim ve icracı içinde ve etrafında direnen ve/veya direnme potansiyeli içeren unsurlar taşımaktadır. Bu yazı da bu unsurlara, hem psikolojinin (ve psikoloğun) içindekine, yani psikolojiye ait olan ve onun tarafından üretilen bilgiye, hem de psikolojiyi çevreleyen ve içinden geçen toplumsallığa -eleştirel- bakarken kullanılabilecek bir araç sunmayı hedeflemektedir. Sınıfsal bir bakış açısını temeline alan bu araç, bakmanın bir aracı olmaktan öte farklı bir psikoloji ve farklı bir toplumsallığın da yaratıcısı olma iddiasındadır.

Burada, bahsi geçen ihtiyaçtan yola çıkarak psikoloji-sınıf ilişkisini yeniden kurmaya dair kuramsal bir temel önerilmektedir. Öneriyi yaparken, yazarların statik ve sosyoekonomik sınıf kavrayışının eleştirisinden başlayıp, sınıfa dair alternatif bir kavrayış önerecek ve bu çerçevede sınıf ve psikoloji ilişkisinin, ikişer ayağa sahip iki temel başlık altında yeniden kurulabileceğini iddia edeceğim: Psikoloji ve Sınıf, Psikologlar ve Sınıf. Birinci başlığı, psikolojinin sınıfla dışarıdan ilişki kurmasını, ikinci başlığı da içeriden ilişki kurmasını ifade edecek şekilde kullanıyorum. Tartışılarak, üzerine yazılıp çizilerek gelişecek olan bu önerinin psikolojik çalışmadaki somut karşılıklarına metinde değinmeyeceğim. Bunun sebebi, bu metinde sadece meseleye giriş yapmak ve bu girişi -onu yalnız bırakarak- özellikle vurgulamak istememdir.

Eleştirel Psikoloji Kitabında Sınıf

Tartışmamıza temel teşkil etmesi açısından, girişi kitabın sınıfa yaklaşımına bakarak yapmak yerinde olur. Bullock ve Limbert’ın bakış açısı psikolojiyle sınıf kavrayışını birleştirme hedefinde olmaktan ziyade, psikolojinin sınıfsal gruplara nasıl yaklaştığı üzerine kurulmuştur. Odak, psikolojinin sınıfsal gruplara yönelik ötekileştirici veya kayırıcı tutumudur. Eleştirinin merkezinde bunun bulunmasının ve daha önemlisi bunun ötesine geçilememesinin sebebi yazarların kullandığı sınıf kavramsallaştırmasıdır. Birazdan da bahsedeceğim gibi kullanılan, sınıfa yönelik burjuva sosyolojisi gözünden bakış, onun psikoloji ve sınıf arasında gördüğü ve kurduğu ilişkiyi de etkilemekte ve tartışmayı sınıfsal gruplara faydalı-zararlı olma ekseninde kilitlemektedir. Sınıfı tabakalaşma ve eşitsizlik üzerinden okuyan makale, bu yaklaşımının sonucu olarak sadece ana akım psikolojinin toplumsal sınıflara yönelik tutum ve davranışına odaklanmakta ve eleştirel psikolojiye yönelik önerilerini bunların değiştirilmesi üzerine kurmaktadır.

Yazarların bakış açısına göre sınıf, toplumdaki bazı gruplar arasındaki eşitsizliğe işaret eden bir kavramdır. Bu kabulden yola çıkarak, ana akım psikolojinin sınıfa yönelik tutumuna bakarken sadece psikolojinin bu gruplara nasıl davrandığını ve bu grupları, çalışması içerisinde ne düzeyde gözettiğini ele alır. Ana akım psikolojinin çoğunlukla orta sınıf katılımcıları kullanarak herkes için bilgi ürettiği, “alt” sınıfsal konumlardaki grupları araştırma ve uygulamada genellikle yok saydığı ve dezavantajlı gruplarda bulunmanın sebeplerini ve çözümlerini bireylerde aradığı yönünde görüş ve eleştirilere yer verir. Bu eleştirileri hakkını vermeden yaptığını söylemek doğru olmaz; ancak bu eleştiriler psikoloji ile sınıf ilişkisini politik bir yaklaşımla ele alınmadığı için, sorunların çözümü salt bir niyet değişikliğine indirgenmektedir. O halde, onların ön kabullerinden hareket edildiğinde, psikolojinin sınıfsal gruplara yönelik tutumunu değiştirmek sınıfsal bir bakış açısı edinebilmek ve eleştirel olmak için yeterlidir.

Yazarların sınıfı nasıl tanımladığına bakmak, sunduğu öneriler ve meseleye yaklaşımı konusunda daha fazla bilgi verecektir. Makale sınıfın farklı bakış açılarından farklı şekillerde tanımlandığını söylüyor ve bunları aktarıyor: sosyoekonomik göstergelerin bir bütünü olarak sınıf, sosyal ve kültürel sermaye olarak sınıf, öznel durum olarak sınıf, iktidar olarak sınıf. Bu başlıklardan son üçünün sınıfın ne olduğuna dair kavramsallaştırmalar olmadığını düşünebiliriz. Sosyal ve kültürel sermaye olarak sınıf, sınıfsal ayrıcalık ve pozisyonların, sosyal ve kültürel sermaye aracılığıyla nasıl sürdürüldüğünü; öznel değerlendirme olarak sınıf, kişilerin kendi sınıfsal konumlarını nasıl değerlendirdiklerini; iktidar olarak sınıf da sınıfsal konumların nasıl bir toplumsal iktidar biçimi olduğunu ve bu iktidarın nasıl sürdürüldüğünü anlatırlar. Yani bunlar, sınıf oluşumuna dahil olan mekanizmalar olsalar da, sınıfın ne olduğu ve neyden meydana geldiğine dair bir şey söylemezler. Yazarların sınıfın ne olduğunu düşündüklerine işaret eden tanım, sosyoekonomik göstergelerin bir bütünü olarak sınıftır. Bu tanıma göre sınıf; eğitim durumu, meslek, gelir ve kaynaklara erişim gibi sosyoekonomik ölçütlere göre belirlenmektedir. Toplumsal sınıflar bu şekilde ayrılır: elitler (kurumları kontrol eden, en zengin kesim), üst orta sınıf (mesleki uzmanlık sahibi kesim), orta sınıf (öğretmen, orta düzey yönetici, orta saygınlıkta görülen kesim), işçi sınıfı (hizmet sektörü, tarım, sanayide çalışan ücretli işçiler), yoksullar (kabul edilen yoksulluk sınırının altında kalan kesim).

Bu yaklaşım, statü ve sınıf kavramlarını nedenini belirtmeden iç içe ve bazen birbirleri yerine kullanan, sınıf kavramını bulanıklaştıran ve Marks’ın sınıf kuramına yönelik düzeltme yapma iddiasını taşıyan Amerikalı bir sosyoloji akımının bakış açısıdır[2]. Bu kavramsallaştırmada sınıflar arası ilişki ve çelişkilere işaret eden herhangi bir nokta görmemiz mümkün olmadığı gibi, buna dayanarak sınıflar arasındaki iktidar ilişkisini tanımlamak istediğimizde varılacak tek nokta gruplar arasında yer alan, maddi ve kültürel kaynaklara erişim gücündeki fark olabilir. Bununla birlikte bu ve benzeri yaklaşımların yapmaya çalıştığı gibi kaynaklara erişimdeki farkları baz alarak bir iktidar ilişkisini tanımlarsak olguyu, döngüsel bir şekilde sınıf olmanın sonuçlarından olan ve aynı zamanda bu sınıf olma sürecine de etki eden unsurlardan sadece biri üzerinden tanımlayarak tek parçaya odaklı bir mantık işletmenin kurbanı oluruz. Böyle bir akıl yürütmeyle bir olguyu betimlemekten çok onun belli bir görüntüsünü tanımlayabilir (ve tanıyabilir) ve kavramın işaret ettiği yeri işaret etmesi gereken yerden ayırmış oluruz. Aynı zamanda benzer bir mantık şu noktada işlemez hale gelir: Bahsi geçen tekil (sosyoekonomik) durum değiştiğinde kavram, yani var olduğunu iddia ettiğimiz şey de değişir ve belli bir değişim düzeyinde de o şey yok olur. Yani, sınıf için konuşursak, kapitalist üretim yerli yerinde dururken farklı dağıtım ve bölüşüm biçimleri sınıfların tanım ve yerini değiştirebilir, hatta onları yok edebilir. Böyle bir kavrayışın yanlış yönde ve tek yerde sabitlenmiş olmasından dolayı toplumsal iktidarı ve sınıfsal ilişkileri bütünlüklü ve olduğu haliyle görmek ve açıklamakta yetkin olamayacağı açıktır.

Bunlara ek olarak birbirleri arasındaki kesim noktalarının ne olduğu belirsiz olan bu kategorilerin mesleki statü, maddi zenginlik, kurumsal yönetimdeki pozisyonun kombinasyonlarını temel alıp neden böyle bir kombinasyonu “statü” değil de “sınıf” olarak adlandırdığı sorusunun cevabı da verilmemektedir. Bu statü tanımlamalarının kimin daha “saygın” ve daha “zengin” olduğunu göstermekten öte, tarihin ve toplumun dinamiği olan güç ilişkilerini görünür kılmak ve anlamak yönünde bir faydası olduğu söylenemez. Sınıf konumlarını tanımlarken, sınıfsal ilişkilerine bakarken amacımızın bu kavramlarla kişiler ve gruplar arasındaki farklılıklara işaret etmek mi yoksa tarihi ve toplumsal ilişkileri anlamak ve onları değiştirmeye yönelmek mi olduğu oldukça önemli bir sorudur. Verilecek cevap meseleye yaklaşımı temelden etkileyecektir. Psikolojiye eleştirel yaklaşmanın ikinci seçenekten yana, yani toplumsal iktidarı anlama ve değiştirme hedefinde olduğunu düşünürsek, kullanılan varsayım ve kavramsallaştırmalar da bu anlama ve değiştirme amacı doğrultusunda seçilmelidir. Kavramların ruhu, kuramcının niyetinden bağımsız olarak kuramlara yönünü şaşırtacak derecede güçlüdür.

Bahsi geçen kavrayıştan yola çıkarak getirilen ve kendi başına anlamlı da olan öneriler doğal olarak değişime bir fayda-zarar ilişkisi ötesinde yaklaşamamaktadır. Sınıfa böyle baktığımızda psikolojiden bekleyebileceğimiz, kitapta ifade edildiği şekliyle de, sınıflara ayrımcılık yani sınıfçılık yapmaması ve insanlar arasında sınıfsal ayrımlar olduğunu kabul etmesidir. Psikologlardan beklediğimiz de kendi sınıfsal konumlarının farkında olmaları ve “alt” sınıflara yönelik dayanışma faaliyetleri geliştirmeleridir. Bu yaklaşım psikolojiye ve topluma dair politik bir analizi içermediği gibi, bu bakış açısının sonucunda varacağımız yer, psikoloji ve psikologların örtük “kötü” niyetini “iyi”ye çevirerek günahlardan arınmaya çalışmaktır.

Özetle makalenin, bahsettiğimiz ve haklı görülebilecek eleştirilerden öteye gitmemesi ve sınıf ve (eleştirel) psikoloji ilişkisine dair ana akım ilişkilenmeyi aşamayan önerilerinin olması, sınıfa bakışıyla yakından ilişkilidir. Yazarların bakış açısı bize psikolojinin eksik ve yanlı olduğu bazı yönleri göstermektedir, fakat eleştirel bir analizden beklenti daha yüksektir. Önerilen haliyle egemen bir ilişkiyi bozup, onu -yanlılığının farkında olarak da olsa- varsayımlarını koruyarak yeniden yapmanın sonucu, egemen olanı bir de daha etik bir kılıf içerisinde yeniden üretmektir. Alternatifini birazdan tartışacağımız bu yaklaşım, aynı zamanda ana akım psikolojinin “sosyoekonomik statü” olarak kullandığı kavramı “sınıf” kavramıyla değiştirerek toplumsal güç ilişkilerini görünür hale getirdiğini ve eleştirel toplumsal bir konumda durduğunu iddia etmektedir. Öte yandan görünen o ki, sosyoekonomik statünün içeriği korunarak sadece kategorinin ismi değiştirilmektedir. Oysa bir kavramın nasıl ele alınacağı üzerine düşünmeden kavramları birbirleriyle değiştirmek bizi bir adım ileri götürmeyeceği gibi, içi ciddi bir tarihsellikle dolu olan kavramların anlamlarını yitirmesine neden olabilmektedir. Psikolojik çalışmada ihtiyaç sınıfsal çatışma, üretim ilişkileri ve öznelliği elinden alınmış bir sınıf kategorisi değildir.

Burada tekrar, belki bu sefer daha açık bir şekilde, bir noktayı vurgulamakta fayda var. Yukarıda getirilen eleştirilerin amacı, odağındaki kitap, bölüm ve yazarları ve burada karşımıza çıkan eleştirel psikoloji yaklaşımını ve çabasını değersiz kılmak değildir. Amaç, aşılması oldukça zor olduğunu burada tekrar gördüğümüz hakim anlayışları aşma çabamıza sağlam bir temel bulabilmek ve bunu yaparken var olanı mümkün olduğunca yeniden üretmekten uzak durmaktır.

İlişki ve Süreç Olarak Sınıf

Buraya kadar Eleştirel Psikoloji kitabının Sınıf makalesinin, psikoloji alanındaki egemen bakış açısıyla özünde benzeşen yaklaşımından bahsettim ve bu yaklaşımın psikoloji ve sınıf ilişkisini yeniden kurmada temel bir rol üstlenemeyeceğini öne sürdüm. Şimdi, alternatif bir sınıf kavramsallaştırması olarak ilişki ve süreç olarak sınıfı kavramayı ve bu kavrayışın çabamızı nasıl destekleyebileceğini ele alacağım. İlişki ve süreç olarak sınıfı anlatırken yararlandığım temel kaynak Ellen Meiksins Wood’un (2001), E.P. Thompson’un sınıfa dair görüşlerini bütünlüklü bir şekilde ifade ettiği İlişki ve Süreç olarak Sınıf yazısı[3] olacak.

 Bu bakış açısının öncelikle Marksist bir sınıf kavrayışı üzerine oturuyor olduğunu belirtmekte fayda var. Marks’a göre sınıf ve sınıf mücadelesi toplumsal oluşumların ve tarihin anlaşılmasında temel bir role sahip olduğu gibi[4] olası toplumsal değişimlerin de baş ve kaçınılamaz aktörüdür[5]. Buna ek olarak kapitalist ekonomik ve politik düzenin var olabilmesinin ve sürmesinin temel koşulu sınıflararası, burjuva sınıfı ile işçi sınıfı arasındaki artı-emek yaratma ve artı-değer sömürüsü üzerine kurulu ilişkidir[6]. Buradan bakıldığında sınıfı ve sınıf oluşumunu kavramanın amacının toplumsal herhangi bir kategoriyi anlamlandırmak olmadığı, bu işin belli bir tarih, toplum ve değişim kavrayışı geliştirmeyi de içerdiği anlaşılacaktır. Wood’un[7], E.P. Thompson’un görüşlerini bu bağlamda ele aldığını ve bir araya getirdiğini özellikle vurgulamak önemli; bununla birlikte Wood’un aşağıda da sözü edileceği gibi tespit ettiği temel ihtiyaç sınıfın üretim ilişkilerinin bir görüntü olmaktan çok ve yaşamımızı sürdürdüğümüz ilişkisel düzlem içerisinde ne olduğuna bakmaktır.

Wood, toplumsal tabakalaşma ve eşitsizlikler üzerinden sınıfı tanımlayan kuramlardan farklı olarak sınıfı sabit bir yapı olarak değil, bir ilişki ve süreç olarak tanımlar. Bu yaklaşımda yapılan, üretim ilişkilerini ve sınıfsal pozisyonların nesnelliğini tartışmaya açmak değil, üretim ilişkileri ile sınıf arasında nasıl bir ilişki olduğuna ve sınıfın nasıl oluştuğuna dair bir kuram oluşturabilmektedir. Üretim süreci kişileri nesnel emek olarak konumlandırsa da, eğer üretim ilişkisi kavramından ayrı olarak sınıf kavramını kullanıyorsak bu nesnel konumlanma ile sınıf oluşumu arasındaki ilişkiyi tespit edebilmek önemlidir. Kuramın temel argümanı üretim sürecinin, çatışma ve mücadelenin üzerinde ortaya çıktığı temeli hazırladığı ve bu temel üzerinde şekillenen toplumsal deneyimin sınıfı oluşturduğudur. Aynı zamanda bu bakış açısına göre sınıf bir süreçtir; fotoğrafını çektiğimiz noktada varlığını kazanan sabit bir yapı değil, tarih içerisinde yapılaştığından söz edilebilecek bir süreç.

Wood’un, Thompson’un düşüncelerini aktardığı biçimiyle, 1790 ile 1832 yılları arasında İngiliz işçi sınıfının oluşumuna bakmak sınıfın oluşumunu anlamak açısından temel önemdedir. Üretim biçiminde köklü değişimlerin yaşandığı ve kapitalist mal edinme biçiminin egemen hale geldiği, sömürünün yoğunlaştığı ve toplumsal ilişkilerin yeniden düzenlendiği bu dönemde üretimin, antagonizmanın bir tarafına yerleştirdiği kesim ev işi yapanlar, zanaatkârlar ve fabrika işçileridir. Sanayileşmenin hızla arttığı bu dönemde ev ve zanaat emeği, fabrika emeğine paralel olarak oldukça önemli bir yere oturmuş ve artış göstermiştir. Yani fabrikayı yaratan süreç başka üretim biçimlerini de şekillendirmiştir. Peki, bu pozisyonda bulunan ve kapitalizm tarafından bu pozisyona konmuş bu grupları birleştiren, sınıf yapan nedir? Wood’a göre bu insanlar henüz fabrikada bir araya getirilmeden önce deneyimleri tarafından bir araya getirilmişlerdir. Yani burada sınıfı kuran, baskı ve sömürünün deneyimlenme biçimidir. Burada deneyim kavramına dair tartışmaları başka mecralara bırakarak, kastedilenin Thompson’un ifadesiyle “toplumsal varoluş ve toplumsal bilinç arasında zorunlu bir ara terim” olduğunu ve vurgunun, bu aşamada, öznellik ve kişiye özgülük olmadığını söylemekle yetineyim. Buradan yola çıkarak bizim için önemli olan, kapitalist sistemin sanayileşme ile aynı anlama gelmediği, işçi sınıfının fabrikalarda bir araya gelen insan gruplarından fazlası ve kavramın ücretli işçilik kategorisinden öte bir anlamı olduğu ve sınıfın kapitalist sistemde benzer konumlanışa dair ortak deneyim ve ilişki kurma biçimlerini ifade ettiğidir.

Bu bağlamda ilişki olarak sınıf dediğimizde iki tip ilişkiden bahsederiz: sınıflararası ilişki ve sınıf içi ilişki. Sınıflararası ilişki artığa el koyanlar ile üreticiler arasındaki ilişkidir ve bu ilişki, hiyerarşik bir basamak düzenini değil -sınıf içi bölünmeyi ayrı bir tartışma konusu olarak bir kenara bırakalım- temel iki konum arasındaki zorunlu çatışmayı ifade eder. Bunun dışındaki gruplaştırmaların, örneğin piyasa ve kaynaklar karşısında eşitsizlik üzerinden yapılan tanımlamaların, toplumun belli bir andaki görüntüsünü vermek ve sınıflı toplumun sorunlarını göstermek açısından bir faydası olabilir; ama sınıfın ne olduğunu ve tarihteki rolünü anlamak açısından katkısı olduğu söylenemez.

Sınıf içi ilişki de sınıfın üyelerinin birbirleriyle kurduğu ilişkidir. Biraz önce değindiğimiz deneyim kavramı burada devreye girer ve üretim ilişkisi ile sınıf arasındaki geçişi, sınıf üyelerinin birbirleriyle bağını ve ne üzerinden ilişki içerisinde olduğunu ifade eder. Bu kavramsallaştırmanın ilişkisel yönünün bizim açımızdan iki önemi vardır. Öncelikle psikologların (çoğunluğunun) sınıfsal konumuna dair düşüncelerimiz şu düşünceyle berraklaşır: Psikologların sınıfsal pozisyonunu -kitaptaki makalenin de psikologlara dair örtük varsayımında olduğu gibi- mesleğe, meslektaşlar ve toplum tarafından atfedilen uzmanlık değil, kapitalist kamplaşmada nerede durulduğu belirler. Diğer öne çıkan anlayış ise, üretimdeki bu konumun anlamının yaşam ve deneyim ortaklığını yaratmakta yattığıdır. Buradan yola çıkarak şu söylenebilir: Psikologların ortak deneyim ve muhalif tepkileri sınıf deneyiminin ve ortak kültürün bir parçasıdır ve bu deneyim ve tepkilerin ortaya çıkarılması ve anlaşılması yaratılacak direnişlerin de kaynağıdır.

 Wood, buna ek olarak sınıfı bir süreç olarak tanımlar. Yani sınıf, tarihin belli bir yeri referans alınarak, ondan sonrası için var kabul edilecek bir parçası değil, tarih içerisinde oluşa sahip bir süreçtir. Süreci sınıf olanla olmayanı birbirinden ayırmamıza yarayacak bir kavram olarak değil; farklı deneyim, bilinç ve davranma biçimlerini içinde barındıran ve bunları anlamaya çalışmamız için görünür hale getiren bir kavram olarak düşünmeliyiz. Nesnel olarak üretim ilişkisine göre konumlanmadan önce ve konumlanma, tekrar tekrar konumlanma süreçlerinde ortaya çıkan sınıf gibi davranma, deneyimleme ve mücadele etme biçimlerini ve niteliklerini anlamak, sınıfın oluşumunu ve yapısını anlamaktır. Bu bakış açısının katkısı, sınıf olmanın ve sınıfa ait olmanın tamamlanmış bir süreç olarak değil, müdahale ve mücadeleye açık, farklı biçimlere girmekten geçen bir süreç olarak ele alınması ve bundan dolayı da bize psikologların sınıf olma süreçlerini takip ve buna müdahale etme yönünde imkân sağlamasıdır.

Bunlara ek olarak böyle bir bakış açısı hegemonyanın, kendisine direnenle birlikte var olmasını da gerektirir. Deneyimi ön plana çıkardığımız ve sınıf kavrayışımıza kattığımız zaman, varlığı faalliğiyle belirlenen toplumsal öznelerden söz ederiz. Faal özne de bu durumda, egemen olan tarafından her şeyine nüfuz edilen değil, kendi karşı deneyim ve kültürünü oluşturan bir öznedir. Yani işçi sınıfının sınıf deneyiminin –tam anlamıyla meşrulaştırmamız veya saf olduğundan bahsetmemiz gerekmeden- mücadelenin farklı biçimlerini içerdiğini söylememiz mümkündür. Bu bakış açısından yola çıkarak psikologların mevcut, sınıf gibi davranma ve mücadele etme eğilimlerini tespit edebilir, psikolojinin ideolojisinin direnme pratiklerinde nerede durabileceği üzerine düşünebiliriz.

Yeni Bir Sınıf-Psikoloji İlişkisi Nasıl Düşünülebilir

Yazının başında psikoloji ile sınıf ilişkisinin yeniden ele alınarak kurulması gerektiğini ve Eleştirel Psikoloji kitabının Sınıf makalesinin bakış açısının bu uğraşta sınırlı katkısının olabileceğini iddia etmiştik. Farklı bir sınıf kavramsallaştırması kullanarak psikolojiye yaklaşma ihtiyacı tam bu iddianın ürünüydü.

Yukarıda ele aldığımız sınıf yaklaşımından bahsederken psikoloji ve psikologlarla kurulabilecek bazı bağlantılara değindik. Şimdi, bu yaklaşım ile yeni bir ilişkinin nerede buluştuğuna daha derli toplu bir şekilde bakacağız. Burada sınıf-psikoloji ilişkisini yeniden kurmanın dört ayak üzerine oturabileceğini iddia ediyorum. Bunların ikisi bu kavramsallaştırmanın bizi psikoloji ve sınıf ilişkisini, diğer ikisi de psikologlar ve sınıf ilişkisini ele alma konusunda getirdiği yerdir. Birinci kısımda psikolojinin dışarıdan, ikinci kısımda da içeriden sınıfla ilişki kurması üzerinden bir ayrım yapıyorum.

Öneriler, elbette sınıfsal bir bakış açısıyla psikolojiye baktığımızda görebileceklerimizin hepsi değildir. Bununla birlikte bunların, psikolojiye sınıfla bakma çabasının yapıtaşları olduğunu düşünüyorum. Yani, burada bahsetmediğimiz başka önerilerin de bir şekilde bu başlıklar altında ele alınabileceğini ya da bu başlıkların genişletilerek türlü somut öneriyi kapsayabilecek hale getirilebileceğini savunuyorum.

Bunu açmak için bir örnek ele alalım; bu da aynı zamanda Eleştirel Psikoloji kitabının haklı kabul ettiğimiz eleştiri ve vurgularının yazının akışı içerisinde nereye kaybolduğu sorusuna da cevap olabilecek bir örnek olsun. Önerilen noktalar arasında sınıf perspektifinden ana akım psikoloji eleştirisi yok. Bunun sebebi, bu eleştirinin, kurduğum çerçevede bir yere oturmaması değil, birçok başka örnek gibi, başlıklar altında bir yere oturabilecek olması; ama çerçevenin kapsayabileceği örneklerden sadece biri olmasıdır. Yani, makalenin yazının başlarında sözünü ettiğimiz eleştiri ve önerileri aşağıdaki başlıklardan biri içerisinde somutlaştırmaya gittiğimizde varılabilecek yerlerden biridir. Örneğin, oradaki eleştirilerden biri olan, ana akım psikolojinin orta sınıf deneyimini herkesin deneyimiymiş gibi gösteriyor olması aşağıda bakacağımız birinci başlık olan Psikolojiyle Sınıf Deneyimine Bakmak başlığının altında savunulabilecek bir eleştiri ve tutuma denk düşmektedir. Ana hedef olarak psikolojiyle sınıf deneyimine bakmak seçildiğinde, psikolojiye karşı alınabilecek temel bir tavır ve onun üst-orta sınıf deneyimini herkese ait gösterme çabasına karşı olmalıdır. Ya da bir diğer öneri olan, toplumsal dönüşüm için sınıfla birlikte hareket etme önerisi, ikinci başlık olan Psikolojiyle Direnen Özneyi Desteklemek başlığının alt bir gündemi olarak düşünülebilir.

Birinci örnekle bağlantılı olarak bu noktada, tüm bu çaba içerisinde belki yeterince görünür olmayan bir şeyi özellikle vurgulamalıyız. Sınıfla psikolojinin ilişkisini kurma çabası sadece üretme yönünde bir çaba gibi gözükse de aynı zamanda her aşamasında psikolojinin eleştirisini de içeren bir çabadır. Belirtilecek dört nokta –dört amaç- sınıfla yeni bir ilişki kurmak için başlangıç noktalarıdır ve yola çıkıldığında her birinin içinde psikolojinin eleştirisinin yapılmasının zorunlu olduğu duraklara rastlanacaktır.

Çabam, farklı bir kavramsallaştırmayla en geniş şekilde bir yıkma ve yeniden yapma sürecini formüle etmektir. Bunun için kitabın bakış açısı başlıklar içinde kapsanabilir; ama o yaklaşımın tekleştirilmemesi de bu metnin hedeflerindendir. Önerileri, olabildiğince açık uçlu, özet ve somutlaştırmadan bıraktım. Böyle yapmamın sebebi, kendimi, bu yazının amacı olan, tartışmanın üzerine oturduğu temeli ifade etmiş saymam ve önerilerin somutlaştırılmadan önce tartılmaya, üzerinde düşünülmeye ve sindirilmeye ihtiyacı olmasıdır.

a. Psikoloji ve Sınıf

Bir: Psikolojiyle Sınıf Deneyimine Bakmak

Sınıf olma sürecinin, buralarda sınıf bilincinin farklı biçimlerini de görebileceğimiz çeşitli uğrakları vardır. Lineer olmayan bir şekilde kendinde sınıf olmak ile kendi için sınıf arasında yer alan bu uğrakların farklı bilinç biçimlerini, farklı ideolojilerle yansıttığı düşünülebilir[8]. Bu bilinç ve ideolojik konumlanmaları basit bir biçimde gerçeğin belli bir biçimde çarpıtılmış yansımaları olarak ele alamayız[9]. Ana konudan sapmamak adına bu şekilde bir anlayışın yukarıda bahsi geçen, tarihsel ve dinamik bir sınıf kavrayışıyla uyumlu olmayacağını söylemekle yetinelim. “Gerçek” ile “ideolojik” arasındaki alan tarihsel, kültürel, toplumsal ve psikolojik olan unsurların zengin bir etkileşimin alanıdır. Bu alan çeşitli bilimlerin hedefi olabileceği gibi, “neden” ve “nasıl”ların aranması açısından psikoloji için de önemli bir inceleme alanı olabilir.

Üretim süreçlerinde ortak konumunu alan ama kendi içinde türlü katman ve bölünmeye sahip olan sınıf üyelerinin sınıfı meydana getirmek ve sınıfı meydana getirmekten kaçmak yönünde (düşünsel, duygusal, davranışsal) eylemlerinin nasıl mümkün olduğu ve nasıl şekillendiğini anlamak bu başlık altında tanımlanabilecek temel bir amaçtır. Tam da ikili bir var-yok nitelendirmesine sığmadığı için sınıf, (eski, yeni ve potansiyel) üyelerinin, sınıfsal konumu farklı yaşama ve (ideolojik) anlamlandırma biçimlerini içermektedir. Bu kuramsallaştırma sayesinde “var olduğu” haliyle bırakmaktan kaçınacağımız ve var olma sebep ve sürecini anlamamıza izin verecek bir kavramdır. Psikolojiler ve/veya eleştirel psikolojiler de hem konumu hem farklı yaşama biçimlerinin ortak noktalarını ve farklılaşma noktalarını arayabilirler, hem de bu yaşanma biçimlerine dair anlamlandırma girişimlerinde bulunabilirler.

İki: Psikolojiyle Direnen Özneyi Desteklemek

Baskının deneyimlenme biçimini, bilinci ve ideolojik konumlanışı psikolojiyle anlamlandırmaya çalışmak, yeni bir sınıf-psikoloji ilişkisi kurma çabası içerisinde temel bir yere sahiptir. Bununla birlikte sınıf, sadece baskı ve sömürünün deneyimlenmesi değil aynı zamanda bunlara karşı direnmektir. İlk başlığa tek başına baktığımızda oradaki amaç değişim ve mücadelenin teorik temellerine katkıda bulunmaktır. Burada yapılan ise sınıf muhalefetinin yayılmasında psikolojiye bir rol vermektir.

Temel aldığımız sınıf kuramına göre insan aktif bir öznedir. Sınıfsal konum ve sömürü belli bir tarihe sahip özneler üzerinde etkili olur ve deneyim de sömürü ile öznenin etkileşimiyle, buluşmasıyla meydana gelir[10]. Bunlar, insanlar arasındaki ilişkide yaşanır ve “somut” hale gelen sınıfın yaşanma biçimi tek olmadığı gibi, hepten belirlenebilir de değildir; çünkü deneyim, birbirini dışlayamadığı gibi kapsayamayacak unsurlara sahip diyalektik bir ilişkinin ürünü, bir anlamda ilişkinin ta kendisidir. Sömürü ve direniş karşıtlığında iki taraf da farklı düzeylerde farklı niteliklerle ilişkinin içindedir ve ikisi de vardır. Birinin olduğu yerde diğerinin olmadığını iddia etmek, tarihte (ya da psişede, insanda, doğada…) herhangi bir değişimi açıklamak konusunda epey zorlanmayı da beraberinde getirir. Sınıf da baskıya karşı kendi mücadele deneyimini barındırır ve bu sınıfın aktif bir özne olmasının hem nedeni hem de sonucudur. Hegemonya kavramını tekrar ele alan, egemen kültüre karşı sınıfın da sürecin doğal ve aktif bir parçası olarak bir direniş kültürüne sahip olduğunu ifade eden bu kavrama biçimi, direnişi ilk bakışta görmediğimiz yerlerde bile direnme biçimlerini anlama ve bulmamızı sağlamaktadır.

Bu direnme biçimlerini arama, bulma ve anlamlandırma işi çoğunlukla birinci başlığın altında da ele alınabilir. Bununla birlikte ondan farklı olarak bu başlığın altında psikoloji kurucu eylem ve özneye yüzünü dönerek direnme biçimlerini kolektifleştirme, çoğaltma, deneyimin paylaşılmasını ve yeniden oluşturulmasını sağlayarak direnişi yayabilir.

b. Psikologlar ve Sınıf

Üç: Psikologların Sınıf Oluş Süreçlerine Bakmak

Psikoloji ve sınıf ilişkisinden bahsederken psikologlardan bahsetmezsek, bilgi üretimi ve uygulama sürecinin önemli bir parçasını dışarıda bırakarak, psikoloji ve sınıf ilişkisini bütünlüklü bir şekilde yeniden kurma şansını kaçırırız. Eğer psikologları mesleki uzmanlık dolayısıyla üst orta sınıf veya orta sınıf olarak tanımlarsak da, tarihi ve toplumları anlamamız için önemli kavramlar olan, emek sömürüsü ve sınıf kavramlarını mesleki konum, statü ve geliri temel alan bir burjuva anlayışa kurban etmiş oluruz.

Psikologların büyük bir kısmı emek gücünü bir kapitaliste satarak geçinen ücretli işçi konumundadırlar. Psikologların çalıştığı özel kurumlarda -eğer varsa devletin de para aktarma düzeyine göre değişen kâr elde etme sürecini tartışmadan- üretim biçiminin kapitalist olarak tanımlanabileceğini söylemek buradaki amacımız için yeterlidir.

Ücretli çalışanlar dışında kalan psikologların bir kısmı kamu kurumlarında çalışmaktadır. İlk bakışta kâr elde etmeyi temel alan bir üretime sahip olarak ele alamayacağımız ve kamuya yönelik mal ve hizmet üreten kamu kurumlarında çalışan psikologların, tanım gereği ücretli işçi kategorisine girmediğini ve iş güvencelerini belli düzeyde korudukları düşünülebilir. Bununla birlikte kapitalist iktisadi sistem ve günümüzde onun devamını sağlayan neoliberal politikalar kamudaki emek rejimini yeniden düzenlemektedir. Bundan kasıt, devletin hizmet alanlarından kademe kademe ya da birden çekilip “memur”un, “işçi”ye dönüşmesinden öte, kamu personelinin emeği üzerinde performans, denetim, esnek çalıştırma, sözleşmeli personel alımı aracılığıyla baskı kurarak kapitalist sistemin çalışma mantığının kendini kamuda çalışan psikologa hissettirmesidir. Bu “hissin” bizzat işçiyi, memuru, sözleşmeli memuru, geçici personeli vb. paralel sınıf deneyiminde buluşturduğu ve deneyimle birlikte deneyimin gelecekteki ve sürekli hali olarak kabul edebileceğimiz “kader” ortaklığına sevk ettiği yadsınamaz bir gerçektir.

Psikologların bunlar dışında kalanlarının bir kısmı bireysel ve ortaklık yapısıyla küçük işletme sahipleridirler. Psikologların bu kesiminin merkez kapatmalarda gördüğümüz gibi mülkiyetlerinin doğrudan tehlikeye girdiği ve işçileşme “tehlikesi” ile ani ve somut olarak karşı karşıya geldikleri örnekleri bir kenara bırakırsak, bu psikologların konumu piyasa koşulları, hizmet talep edenlerin alım gücü ve yasal düzenlemelere göre değişebilir niteliktedir. Üzerinde ciddi bir şekilde durulması başka bir yazının görevi olan psikolojik hizmetin nasıl düzenleneceğini öngörme işi, şu an küçük mülkiyet sahipleri olarak ara konumda olan psikologların gelecek pozisyonunu anlamamız için temel oluşturur. Bu yazıda bu grubu ara bir grup olarak bırakmanın; ama bunu da işletme çapı küçüldükçe kaderinin ücretli işçi psikologun kaderiyle ortaklaşacak olduğunu belirterek yapmanın yeterli olduğunu düşünüyorum. Bu grubun ağırlığı ülkelere göre değişse de, bu grup sayısal olarak, Türkiye’de ücretli işçi ve kamu emekçisi olarak çalışan psikologlara nazaran daha küçük bir gruptur.

Bahsettiğimiz gruplar dışında, psikologlar içinde en az nüfusa sahip büyük işletme sahibi psikologlardan söz edebiliriz. Bu psikologlar kapitalist üretim ilişkisinin diğer psikologların veya kurum çalışanlarının ürettiği -işletme içerisinde artı değere el koyma biçimi ne olursa olsun- artı değere el koyan pozisyondadır.

Bu gruplardan bahsederken işsiz psikologları hesaba katmadığımız düşünülebilir. Aslında psikoloji bölümlerinin artması, güvencesiz çalışma koşulları ve baskının işe daha derinden sinmesi sebebiyle sayısı gün geçtikçe artan işsiz psikologlar, büyük ve belirleyici çoğunlukla potansiyel ücretli işçi veya kamu emekçisidir ve aynı zamanda kapitalist ekonomik düzende işçi psikologlar grubunun zorunlu kategorik tamamlayıcısıdır.

Burada bahsettiğimiz gibi psikologların farklı sınıfsal konumlarda tanımlayabileceğimiz üyeleri vardır. Bununla birlikte dünyanın büyük kısmında ve özellikle Türkiye’de psikologların çoğunluğunu kapitalist kamplaşmanın aynı tarafında yer alan ücretli işçi psikologlar ve kamu emekçisi psikologlar oluşturmaktadır. Bu bakış açısından yola çıktığımızda, alternatif bir psikoloji-sınıf ilişkisini kurmak için psikologların bu bahsi geçen kesimlerinin sınıf oluş sürecine bakmak önemlidir.

Üretim ilişkilerindeki pozisyonlarından bahsettiğimiz psikologların, işçi sınıfına dâhil olma süreçlerini nasıl yaşadıkları, nasıl yaşamadıkları; kendi aralarındaki deneyim ve kültürde nasıl ortaklaştıkları, bir taraftan da meslek içi farklı pozisyonlar dolayısıyla nasıl ortaklaşmadıkları; bilerek veya bilmeyerek nasıl sınıf refleksleri gösterdiklerine bakmak bu amaç doğrultusunda yapılabileceklerdir.

Var olanın analizi, elbette onu değiştirme çabasının bir parçası olduğu ölçüde anlamlı ve hatta mümkündür. Bundan dolayı bu başlık altında şu sorular da cevaplanmak üzere beklemektedir: Psikologların ücretli çalışan ve kamu emekçisi kesimlerinin ve küçük mülk sahiplerinin alt kısmının sınıflaşma ve sınıfta buluşma sürecinde, başka bir dünya arzulayan bir psikolog örgütünün nasıl bir etkisi olabilir ve bu etki nasıl mümkün kılınır; örgüt, bu sürece kolektif eylem ve bilince doğru adımlar atılmasının önünü açarak nasıl dahil olur?

Dört: Psikologların Sınıflaşmasında Psikolojinin İdeolojisine Bakmak

Psikolojiye eleştirel yaklaşımlar, psikolojinin, içinde ortaya çıktığı toplumsal koşullar çerçevesinde şekillenen ideolojik ön kabullerinin olduğu ve bunların görünür hale getirilmesi gerektiğinde ortaklaşırlar[11]. Bu iddia, sadece psikoloji biliminin niteliğine dair değildir; bu iddia aynı zamanda o bilgiyi doğru kabul eden kişiler, o bilgiyi kullanan kişiler hakkında da bize bir şey söylemektedir. Yani psikoloji ideolojik bir araçsa, bu bilginin kullanıcıları da belirli bir ideolojik araç kullanmaktadır ve zorunlu olarak bu aracı belli düzeylerde kendilerine ait kılmaktadır.

Psikolojinin, her zaman toplumsal güç ilişkilerine dair varsayımlar taşıyan ve onlar üzerine oturan ideolojisinin onu uygulayan öznelerle ilişkisinin ne olduğu önemli bir sorudur. Psikologlar ve sınıf başlığı altında bu konuyu ele alırken karşımıza çıkan soru şudur: Psikolojinin ideolojisi, psikologların kendi emeklerine bakışlarını ve sınıfsal ilişkileri deneyimleme biçimlerini nasıl etkilemektedir? Psikolog, kullandığı aracın niteliklerini kendi aktif üretiminin ve üretimi deneyimleyişinin zorunlu olarak içine katar. Bu süreçte işçi sınıfının bir parçası olarak yaşadığı sömürü deneyimi, kapitalist sistemin içinden çıkmış ve onun izlerini taşımaya mahkûm olan psikolojinin bilgisinin ve kullanımının yarattığı deneyimle buluşur. Tarih içerisinde birikerek gelmiş bir bilginin, tarihsel olarak başka bir deneyime sahip aktif bir özneyle buluşmasında ortaya neyin çıkacağını tahmin etmek güçtür; ama psikolojinin bu kendine özgü buluşmayı anlamlandırmada bir faydası olabilir.

Bilginin, onu kullanan ile etkileşme biçimini, sınıf perspektifinden anlamak için bu etkileşimin özellikle iki yönüne bakmak önemlidir. Bunlardan birincisi psikolojinin ideolojisinin psikologu sınıf bilincinden uzaklaştırma ve emeğine yabancılaşma sürecine etkisidir. Bununla birlikte derin ve her zaman karşıtlıkları içinde barındıran bir tarihe sahip olan bir bilimin kendisinden beklenmeyecek şekilde psikologların sınıflaşma sürecine katkıları da olabilir. İkinci yaklaşım da bunun nasıl olduğuna ve nasıl var edilebileceğine yani psikolojinin ideolojisinin psikologun direnişine nasıl katıldığına ve katılabileceğine bakmaktır.

Bitirirken

Bu metnin amacı, psikolojinin ve toplumsallığın dönüşümü için sınıf ve psikoloji ilişkisinin nasıl yeniden düşünülüp kurulabileceğine dair bir model önermekti. Sınıfa dair ana akım psikolojininkinden farklı bir kavramsallaştırmadan yola çıkarak bu modelin dört temel ayağının olabileceğini ve bunlar üzerinden kurulacak alternatif bir ilişkinin, özelde psikolojinin toplumsal iktidarla olan ilişkisini, genelde de toplumsal iktidar ilişkilerini dönüştürmede bir katkısı olabileceğini iddia ettim.

Yazıyı sonlandırmadan önce sınıf kavrayışımız ve bu metnin önermeleri açısından gözden kaçırılmaması gerektiğini düşündüğüm bir noktayı vurgulamak istiyorum. Sınıf oluşumuna bakarken, nesnellikten ve ortaklıktan bahsetmek kaçınılmazdır. Bununla birlikte, sınıf içinde deneyimden, sınıf içinde bilgiden, sınıf içinde meslekten söz ettiğimiz zaman da kendine özgülük kaçınılmazdır ve göz ardı edilmemelidir. İşçi sınıfının her parçasının sınıfa dahil olma süreçlerinin kendine has ve değerli özellikleri vardır. Bu özelliklerden söz etmek, parçaları sınıfsal ortaklığı yaşamaktan ve sınıfta birleşmekten alıkoymaz. Aksine bu özelliklerden bahsetmek, bu özelliklerin emek sürecine olan etkisine bakmak, bu özellikler içerisinde sınıf ve sınıf muhalefeti yararına parçalar bulmak (konu edilen grup için ve sınıf için) nitelikli ve sürekli biçimde bir araya gelmenin önkoşuludur.

Bu düşüncelerin sınıf ve psikoloji ilişkisini yeniden düşünürken yapılan tartışmalara katkısı olması en temel gayemdir. Aynı zamanda yukarıda çizdiğim çerçeveden yola çıkarak bir psikolog örgütünün, psikologların çoğunluğunun sınıf olma sürecine bakma, onları bir araya getirme, onların direniş kültürlerini çoğaltma, psikolojiyle sınıf hareketinin ilişkisini kurma ve bu bağlamda Türkiye’yi ve dünyayı herkes ve her canlı için sömürüsüz ve yaşanabilir kılma açısından önemli bir görevi olduğunu düşünüyorum.


--------------------------------------------------------------------------------


* Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP) Üyesi


[1] Heather E. Bullock ve Wendy M. Limbert, “Sınıf”, Eleştirel Psikoloji içinde, ed. D. Fox, I. Prilleltensky & S. Austin, bölüm çev. B. Gürsel, İstanbul: Ayrıntı, 2012, s. 285.


[2] Frank Parkin, “Tabakalaşma”, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi içinde, ed. T. Bottomore & R. Nisbet, bölüm çev. F. Berktay, İstanbul: Kırmızı, 2010, s. 647


[3] Ellen Meiksins Wood, “İlişki ve Süreç Olarak Sınıf”, Praksis, sayı: 1, 2001, s. 92.


[4] Karl Marx, Komunist Manifesto, çev. M. Erdost, Ankara: Sol, 1991.


[5] Karl Marx & Friedrich Engels, Alman İdeolojisi [Feuerbach], çev. Sevim Belli & Ahmet Kardam, Ankara: Sol, 2004.


[6] Karl Marx, Kapital, cilt:1, çev. Alaattin Bilgi, Ankara: Sol, 2011


[7] Wood, “İlişki ve Süreç Olarak Sınıf”.


[8] Tülin Öngen, “Marx ve Sınıf”, Praksis, sayı: 8, 2002, s. 9


[9] Antonio Gramsci, Gramsci Kitabı: Seçme Yazılar 1916-1935, çev. İbrahim Yıldız, Ankara: Dipnot, 2010 s.236-244.


[10] Wood, “İlişki ve Süreç Olarak Sınıf”.


[11] Dennis Fox, Isaac Prilletensky & Stephanie Austin, “Toplumsal Adalet için Eleştirel Psikoloji: Meseleler ve İkilemler”, Eleştirel Psikoloji içinde, ed. D. Fox, I. Prilleltensky & S. Austin, bölüm çev. E. Erdener, İstanbul: Ayrıntı, 2012, s. 31.

Twitter
Facebook
© Copyright 2013 - TODAP