Medya zaman zaman büyük bir iştahla konu ettiği “doğurduğu bebeğine sahip çıkmayan cani anneler” haberlerine bir yenisini ekledi. Olay neydi anımsayalım; Seçil M.D, Kocaeli Gölcük’de sözleşmeli öğretmen olarak çalışırken hamile kalmış, evli olmadığı için hamileliğini gizlemiş, bebeği kendi başına doğurmuş ve insanlardan gizleyerek 2 ay boyunca ona tek başına bakmıştı. Bayram tatili için ailesinin ısrarla çağırması sonucu bebeği evde bırakarak ailesinin yanına gitmiş, orada 9 gün kalıp döndükten sonra evdeki bebeğin hareket etmediğini görerek hastaneye götürmüş, hastanede bebeğinin öldüğünü öğrenmiştir, tabii onunla birlikte basın da…
Olayın duyulması ardından gazeteler, televizyonlar, internet haber ve iletişim ağları bu olayı tartışmaya başlamışken, Seçil, öğretmenliğinden insanlığına kadar her alanda itham edilirken, “baba”yla ilgili bir ifadeye pek de rastlanmamıştı. Oysa eşini ve çocuklarını öldüren adamların haberleri “işsizlikten cinnet geçirdi”, “kıskançlık cinayeti” biçiminde gerekçesiyle haberleştirilirdi. Medya, cinsiyetçi yorumlarını sürdürürken, uzman ruh sağlığı çalışanları da bu konunun tartışıldığı programların konuğuydu. Önemli bir bölümü etik dışı biçimde kadının nasıl da vicdanını yitirdiğinden, beyninde nelerin eksik olduğundan bahsediyor ona tanılar koyuyordu. Etik dışıydı çünkü halkın anlayacağı dil adı altında “vicdan noksanlığı” gibi tanılar üretiyor, hayatında görmediği, konuşmadığı bir kişiyi tanımlıyordu. Seçil’in “psikopat” olabileceği, “haz odaklı” yaşadığı, ağır kişilik bozukluğuna sahip olabileceği, doğum sonrası yaşamdaki görevini bitirdiği hissiyle lohusa sendromundan muzdarip olabileceği gibi türlü sebepler öne sürdüler.
Peki hamile kadınların sokakta dolaşmalarının dahi itham edildiği, evlilik dışı ilişkilerin ahlaksız addedildiği, kürtajın eş iznine bağlandığı, hatta yasaklanmaya çalışıldığı, bir çocuğun tüm sorumluluğunun tek başına onu doğuran kadına bırakıldığı bir toplumda yaşayan bir kadın için evlilik dışı bir ilişkiden hamile kalmak, hamile kaldığını çalıştığı yerden, duysa kendisini öldürebilecek ailesinden, yaşadığı yeri terk etmek zorunda bırakabilecek komşularından saklamaya çalışarak 9 ay geçirmek, kayıtsız doğum yapılmasına izin verilmediği için tek başına evinde doğum yapmak zorunda kalmak, doğum izni alamadığı için 2 ay boyunca yeni doğan bir bebeğe tüm bu gizlilik içinde bakmak ne demektir? Bu sorunun cevabı verilmediği sürece, bir kadının 9 gün boyunca evde yalnız kalan bir bebeğe yemek yedirmeye çalışması anlaşılamaz. Uzaktan teşhis koymanın yanıltıcılığı bir yana, yaşananları Seçil’in kişisel özelliklerine bağlamanın gördüğü işlev apaçıktır: bir bebeğin ölümüne yol açan bu hikayenin sorumluluğundan toplumu aklamak, kadını suçlayarak onu canileştiren erkek egemen düzenin meşru olduğunu bir kez daha kadınlara göstermek.
Oysa biliyoruz ki ruhsal hâller, kişinin içinde yaşadığı toplumsal düzenden bağımsız olarak anlaşılamaz. Ve içinde yaşadığımız bu toplumda çalışan bekar bir kadının çocuk doğurması demek, hayatını ya saklanarak ya da marjinalleştirilerek geçirmesi, çocuğunu bırakacak kimse bulamaması, ikili bir hayat içine sıkışması demektir. Bu durumda gerek günlerce evde yalnız kalan bebeğe yemek yedirmeye çalışıp hastaneye götüren Seçil’in, gerek bebekten haberi olmayan veya haberi olan fakat ilgilenmeyi reddeden babanın sorumsuzluğu, ancak bu toplumsallık anlaşılarak anlaşılabilecektir.
Kadının ruh haline yönelik varsayımlar yapmak, olayın arka planını gizlerken insanların kadını erkek egemen anlayışla oluşturdukları vicdan sistemlerine uygun bir şekilde yargılamalarına ve buna uygun üretilen söylemlere neden olmaktadır, psikoloji alanında söz söyleyenlerin yaklaşımları değişmedikçe psikoloji bu vicdan sisteminin işlerliğine katkı sağlamaya devam edecektir.
TOPLUMSAL DAYANIŞMA İÇİN PSİKOLOGLAR DERNEĞİ (TODAP)