Cezaevi Deneyimi ve Psikoz
 Dernek üyesi Baran Gürsel'in Cezaevi ve Psikoz başlıklı yazısını aşağıda paylaşıyoruz. 

Cezaevi Deneyimi ve Psikoz
Baran Gürsel
 
Cezaevleri, içinde barındırdığı insanları toplumun geri kalanından izole etmeye çalışırken, içeride yaşananlar da toplumun bilgi ve deneyiminin dışında tutulmaya çalışılır. Tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde yaşadıklarını paylaşmak ve bu yaşam koşullarında köklü değişiklikler yapmak için mücadele eden örgütler, kurumlar, mahpuslar,  onların yakınları, medya kuruluşları, avukatlar ve elbette ismini bilemediğimiz başka insanlar aracılığıyla cezaevi deneyiminin sesi yükseliyor. Psikoloji alanını düşündüğümüzde, bu ses, bahsedilen kanallara ek olarak meslektaşlarımızın deneyimleri aracılığıyla da alanımıza ulaşıyor ve yaşananların üzerine düşünsek de düşünmesek de bu mesele önümüzde önemli bir gündem olarak duruyor.
 
Her insan (ve her canlı) için nitelikli ve onurlu bir yaşamın savunulduğu bir konumdan bakıldığında cezaevlerindeki yaşam koşullarına, mahpusların temel ihtiyaç ve haklardan mahrum kalmalarına, işkence ve kötü muameleye dair konuşulan ve konuşulması gereken birçok şey var. Psikoloji için de durum farklı değil; insanla ilişkili bilgi ve uygulama üretme hedefinde olan psikoloji disiplininin, bu alanla birçok şekilde ilişki kurması gerektiği düşünülebilir. Bu metnin çerçevesini daha dar tutacağım ve son zamanlarda insan hakları kampanyalarıyla gündeme daha çok gelebilmiş olan, psikozlu mahpusların durumunu psikoloji içinden nasıl bir bağlamda düşünebileceğimize dair bazı düşünceler ifade edeceğim.  
 
Psikoloji içinden, psikoz tanısı almış ya da alabilecek kişilerin durumunu tartışmak, bir yandan cezaevleri koşulları ile bu kişilerin deneyimleri arasında nasıl bir ilişki kurulabileceği üzerine, diğer yandan da alanın bileşenlerinden olan psikologlar ve psikoloji öğrencilerinin bu durum hakkında ne yapabileceği üzerine düşünmeyi içeriyor. 

Başlarken...
 
Türkiye’deki cezaevlerinde bulunan yüzlerce hasta tutuklu ve hükümlü(1) arasında kaç kişinin psikiyatrik bir tanı almış olduğuna veya alabileceğine dair bir çalışma bulunmamakla birlikte, son birkaç yıl içinde gündeme gelen bazı durumlar göstermiştir ki, psikiyatrik tanılarla –özellikle psikoz tanısıyla- cezaevinde bulunmak can yakıcı bir konudur. Bu konu, 21 yıldır cezaevinde bulunan ve son olarak Rezidüel Şizofreni tanısı almış olan Kemal Gömi’nin durumuyla ilgili yürütülen kampanyalarla gündeme taşınmış(2)  ve konu üzerine daha çok düşünülmesi ihtiyacı belirgin hale gelmiştir.
 
Kemal Gömi, 1993 senesinde polisin bir operasyonuyla yaralanarak yakalanmış ve tedavi edilmeden gözaltına alınmış, 2 kişinin öldürüldüğü bir eyleme karışma suçlamasıyla mahkeme tarafından müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Abisin anlatımına göre daha sonra 2000 senesinde katıldığı açlık grevi eylemi sonucunda hastalanmıştır. 2001’de şizofreni tanısı almış, sonrasında cezaevi ve hastane arasındaki geliş gidişleri devam etmiş ve en son tanısı Rezidüel Şizofreni olarak konmuştur. Kemal Gömi, cezaevinde kalamayacağına dair raporlarına ve cumhurbaşkanlığı affına uygun olmasına rağmen tahliye edilmemiştir. Kendisi şu an Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin yüksek güvenlikli bölümünde tutulmaktadır.
 
Kemal Gömi’nin durumu, ailesi ve hak savunucuları sayesinde görünür hale getirilmiştir. Kemal Gömi’nin nitelikli bir sağlık hizmetine erişebilir bir şekilde, sosyal ilişkileri korunarak ve ailesinin yanında, insanca yaşama hakkı hukuki olarak (ceza kanunu, cumhurbaşkanının yetkileri, uluslararası hukuk, vb.)  ya da -bu olmasaydı bile- insan hakları temelinde savunulabilirdir. Burada bizim için önemli olan diğer bir konu, bu durumun, var olması kuvvetle muhtemel ve sesi duyurulamayan başka psikoz durumlarına bir emsal teşkil etmesi ve cezaevleri koşulları ile psikoz durumu arasındaki ilişkiye dair düşünme gerekliliğini önemli bir gündem olarak önümüze koymasıdır.

Psikoz Üzerine
 
Psikoza dair psikoloji (ve eleştirel psikoloji) yaklaşımlarının farklı bakış açıları olabilir. Aynı zamanda –eğer kullanılıyorsa- kullanılan tanı sistemine göre farklı kategorilendirmeler kullanılabilmektedir. Diğer yandan da anti psikiyatrinin ve buradan beslenen eleştirel psikoloji yaklaşımlarının, bu ve benzeri reddettiği düşünülebilir. Bununla birlikte bu yazının sınırları içinde, bu tartışmaları bir kenarda tutarak –elbette bu kenara bırakma işinin de tartışılabilir olduğunu ve gerekli temellendirmelerin yapılmadığını kabul ederek- psikozu ve psikoz eğilimlerini, kişinin gerçeklikle kurduğu ilişkilerin belirgin bir şekilde farklı olma hali olarak düşünmek buradaki derdin tartışılabilmesi açısından yeterli gözükmektedir. Gerçeklikle kurulan ilişki, sosyal/toplumsal gerçeklikle kurulan ilişkiyi de kapsar. Psikoz durumunda sosyal/toplumsal gerçeklikle kurulan ilişkinin, normla uyumlu olan ilişki biçimlerinden farklı olduğunu düşünebiliriz.
 
Burada bir çelişme durumunun varlığından bahsediyoruz:  Toplumsal normlardan farklı olan bir deneyimleme  hali, normlarla uyum içinde olan deneyimleme(3) haliyle çelişki içindedir.  Bir “uyumsuzluk” vardır. Bununla paralel olarak ortada farklı ihtiyaçlar ve farklı örüntülere sahip, bir grup olduğundan da söz edebiliriz. Yine de psikozlu olanlarımızın dünyayla kurduğu ilişkiyi anlamak için bu tespitler yeterli değildir. Çünkü modern toplumda bu “uyumsuzluk”, bu çelişme haliyle kalmaz; çatışma halini alır.
 
Psikozlu olanlarımızın, böyle olmadığı varsayılan kişilerle olan ilişkisi, yani toplum içindeki konumu, çoğunlukla psikozlu kişilerin izole edildiği, ayrıştırıldığı bir şekilde ve çatışmalı olarak yaşanmaktadır. Gerçekliğe dair farklı deneyimler, birlikte yaşamanın hedeflenmesinden uzak bir şekilde, duygusal, entelektüel, fiziksel, vb. düzeylerde dışlanmalara ve “kapatma”lara maruz kalabilmektedir.
 
Bu dışlamanın (etiketlemeden, kapatılmaya kadar birçok şekli olabilir) doğrudan sosyal “uyumsuzluk”tan kaynaklandığını söylemek yeterli değildir. İçinde bulunduğumuz toplumsallıkta farklı eğilimlerin ve örüntülerin, çatışma ve ötekileşme/ötekileştirmeye dönüşmesinin sebebi basit bir uyuşmama hali, bir uyumsuzluk değildir. Temel neden sosyal/toplumsal uyumun bir dayatma ve bir “tek”leştirme olarak yaşanıyor olmasıdır. Modern çağda toplumsal uyum, bir tartışma, ilişki kurma ve uzlaşma meselesi değil, “tek” olan normların uyum adı altında dayatılması şeklinde gerçekleştirilmektedir. Toplumsal ya da sosyal “uyum” ifadesi aslında “norma uyum” anlamına gelir ve aslında karşılıklı ve aktif bir uyum, ilişki ve birlikte yaşama arayışını dışlar.
 
Psikozun burada bahsedilen şekliyle düşünülmesi hem klinik perspektiflerden hem de eleştirel perspektiflerden birçok eleştiriye tabi tutulabilir. Belki bunlar ikna edici de olabilir. Bu yazı çerçevesinde tartışmanın ucunu açık bırakmalıyız. Ama şimdilik, bu metindeki mantığın, psikozu gerçeklikle çelişkili ama bundan da öte, çatışmalı bir var olma hali olarak düşünmenin ve bir anlamda varlığını da tanımanın iki faydası olduğunu düşünüyorum. Birincisi psikozu, “geleneksel” bir klinik yaklaşımın dışında, gerçeklikle bir ilişkilenme hali olarak tanımlayarak, bu ilişkiyi (ve öznesini) tarih içine yerleştirmiş ve ilişkinin mevcut toplumdaki özgül durumunu (çatışmaya dönüşmesini) anlayabilmiş oluyoruz. Bu yapılmadığı takdirde, normların tarih üstü bir geçerliliğe sahip olduğu sanısına kapılıp, var olan dışlamaları sürdürmeye daha çok meyilli oluruz diye düşünüyorum.
 
İkincisi, burada yine de, anti psikiyatri yaklaşımlarından farklı olarak insan-öznelerin deneyimlerine ve bu deneyimlerin taşıdığı sürekliliklere işaret ediyor, özneye temas etmenin önemine dikkat çekiyoruz. Gerçeklikle farklı ilişki kurma biçimlerinin olduğunu, bu farklılıkların kuramsallaştırılmasının mümkün olduğunu ve bu varoluşların da belli ihtiyaçlara denk düşebileceğini düşünmek önemli. Bana göre, bu yapılmadığı zaman, öznesiz bir dünya tasavvur etmenin riskinden öte bazı adlarla gruplaştırılan insanların farklı varoluşlarına ve ihtiyaçlarına cevap verilmesinin de önüne bir engel konulmuş oluyor.

Cezaevinin Psikoz Üzerine Olası Etkileri

Psikozlu birinin cezaevleri koşullarından nasıl etkilenebileceğini, bir çatışma olarak yaşanan dışlanma deneyimini akılda bulundurarak düşünmeye çalışalım. Cezaevlerini toplumsal normlara uyumu sağlanmanın bir biçimi olarak düşünebiliriz. Bu noktada bir parantez açalım. Toplumsal norm(lar) hiçbir zaman “tek” ve bütün değildir; norm, bir normlaştırma ve normalleştirme çabası olarak bir “tekleştirme” çaba ve eğilimidir. Aynı zamanda toplumsal normlar, güç ilişkilerinde egemen olanın olduğu kadar, onun karşısında yer alanın da izini ve mücadelesini taşır. Bu özelliğin –zorunlu olarak- cezaevlerinin işlevine dair de varoluşsal çelişkiler yarattığı düşünülebilir. Yine de bu yazı çerçevesinde –bu vurguları da aklın bir köşesinde tutarak- normların ve cezaevlerinin normlaştırma ve normalleştirme eğilimini ve işlevini ifade eden hattını takip etmek şu an için yeterli gözükmektedir.

Eğer cezaevlerinin işlevi buysa, bu işlevin psikozlu olan ya da psikoza eğilimli olan bir kişi üzerinde nasıl bir etkisinin olacağını bir de buradan düşünmeliyiz. Bu kişi ile toplumsal düzen arasındaki çatışmalı ilişkinin bir biçimi olarak yaşanan dışlanma, cezaevine kapatılma sürecinde daha katılaşmış ve yoğunlaşmış bir şekilde yaşanmaktadır; suç olarak tanımlanan bir olay sonucunda yaşanıyor olsa da. Elbette herkesin böyle bir deneyimi nasıl yaşayacağıyla ilişkilendirilebilecek birçok unsur vardır ama maruz kalınan toplumsal uyum dayatmasının ve dışlamasının fiziksel bir karşılık bulduğu cezaevi deneyiminin, psikozlu olanlarımız için yaralayıcı olma olasılığının daha yüksek olduğu düşünülebilir. 

Cezaevi koşulları, katı bir kapatma ve dışlama uygulaması olarak cezaevinin etkisinin üzerine eklenen faktörler olarak ele alınabilir. Cezaevlerinde –daha alıkonulma sürecinden başlayabilen- birçok işkence ve kötü muamelenin varlığı çeşitli yerlerde belgelenmektedir (4). Bu durumlar, “dışarı”yla kurulan sosyal ilişkilerin ciddi anlamda engellendiği, herhangi bir aktivite olanağının ciddi anlamda kısıtlandığı, katı kurallara tabi olunduğu, sağlık, eğitim, cinsellik, vb. gibi birçok temel haktan mahrum kalındığı bir ortamda yaşanmaktadır. Herkes için geçerli olan şudur ki işkence ve kötü muamele kişilerin ruhsallığını derinden etkileyebilir (5). Psikoz durumlarında, psikozlu olmayan bir kişiden farklı olarak, bu etkinin bazı açılarından farklı olacağı düşünülebilir. 
 
Cezaevinde, olabildiğince katı olan fiziksel sınırların ve kuralların gerçeklikle kurulan farklı bir ilişkiye tahammül edemeyeceği, daha çok mahrum bırakmayla karşılık vereceği ve bu nedenle –daha önceden da bahsettiğimiz- çatışma deneyimini şiddetlendireceği düşünülebilir. Psikoz durumlarında, diğer durumlardan farklı olarak, güvensizlik ve korku hislerinin sıklığı ve şiddetinin yüksek olduğu, “dışsal” dünyayla yoğunluklu olarak bunlar dolayımında ilişki kurulduğu ve bu hislerle başa çıkmaya yarayan içsel mekanizmaların yetersiz olduğu söylenebilir. Bu durumlarda cezaevine kapatılma da dâhil olmak üzere, fiziksel sınırlandırma, zor kullanma ve her türden şiddet bu olağan durumlarda da başa çıkılamayan güvensizlik ve korkuların dış dünyada fiziksel olarak “gerçek”leşmesi ve kişinin rahatsızlığının, korkusunun ve yaralanmışlığının daha da derinleşmesi anlamına gelecektir. Bu uygulamalar arasında, bunların en yıkıcı özelliklerinin bir arada toplanmasını içeren ve kendisi de bir işkence olan tecrit uygulaması, psikoz dışındaki durumlarda bile oldukça riskliyken, psikoz durumlarında kişinin başa çıkamadığı “iç dünyası”yla arasındaki birçok dışsal dolayımı ortadan kaldırdığı için yıkıcı sonuçlara oldukça hızlı bir biçimde yol açabilir .
 
Psikoz açısından dikkat çekilebilecek bir diğer nokta da sosyal desteğin, psikozlu kişiler açısından “uyum” sağlayamadıkları dünyaya ayak uydurmalarını kolaylaştırmaları için bazı durumlarda vazgeçilemez olduğudur. Cezaevlerinde sosyal destek mekanizmalarının oldukça kısıtlı olduğu ve bu durumun hem gündelik hayatın idame ettirilmesi açısından hem de kişinin bir ölçüde daha güvende hissederek yaşaması açısından ciddi eksiklikler yarattığı düşünülebilir (6).  
 
Bir yandan, işkenceyle ilgili gözlem ve raporlarda görüldüğü üzere işkencenin her insan üzerinde oldukça yıkıcı etkileri olabilmektedir ve buradaki amaç da asla bu etkileri derecelendirerek bazılarının daha az görülmesine vesile olmak değildir. İşkencenin etkisi hiçbir zaman “az” değildir ve insan deneyimini böyle bir nicelikselleştirme içine sokmak baştan bazı riskler barındırmaktadır. Aynı zamanda işkence (ve cezaevine kapatmanın) var olmaması gerektiğini söylemek için herhangi “fazla” bir etki ispatlamaya gerek yoktur; bunlar zorunlu olarak insan deneyimi üzerinde olumsuz etkiye sahiptir -etkiler görünür olsa da olmasa da. 
 
Bununla birlikte burada dikkat çekilen, psikoz durumlarında, alıkonulmadan başlayan kötü etkilerin daha başa çıkılamaz bir biçimde yaşanmasının muhtemel olması ve bu etkilerin –bir anlamda- geri döndürülmesinin mümkün olmamasıdır. Bazı durumlarda ölümle de sonuçlanabilecek bu etkilerin yoğunluğunun ele alınması ve tespit edilmesi ise bir “karşılaştırma” değil, özgünlüğün anlaşılması ve anlamlandırılması amacı taşıyabilir. Elbette bir yanda her durumun özgünlüğünün anlaşılması ve ona yönelik kavrayış ve eylem stratejilerinin belirlenmesi yaşamsalken, diğer yanda da özgün bir konuyu tartışmanın ortaya çıkardığı ortak soruları tartışmak bir o kadar zorunludur. Meselenin bu tarafı ve karşılıklı niteliği bu yazıda yer bulmamış olsa da geri planda korunan bir varsayımdır. 

Ne yapabiliriz
 
Yukarıda ilk elden akla geldiği haliyle, cezaevlerine kapatılmanın ve cezaevleri koşullarının psikozlu veya psikoza eğilimli kişileri nasıl etkileyebileceğine dair bazı fikirler sundum. Bu fikirler, Kemal Gömi gibi kişilerin durumlarının gündeme gelmesi üzerine, bu konuları düşünmeye açmak üzere yazıldı. Burada hızlıca sunulan fikirler ve onların ardındaki varsayımlar tartışmaya açık olduğu gibi, bu alanda sistemli bir teorikleştirme ve eş zamanlı araştırma ve eylemlilik süreçlerine ihtiyaç olduğu açıktır.
 
Bu konuyu psikoloji alanı bir daha gündeme getirme çabası olarak değerlendirilebilecek bu metni sonlandırırken, psikolojinin bu alanda neler yapabileceğine dair bazı noktalara değineceğim:

* Öncelikle, psikozlu tutuklu ve hükümlüler, hasta tutsakların durumunda olduğu gibi bazı durumlarda hayati risk altındadırlar ve genel olarak da sağlık hizmetlerine ve yaşamlarını nitelikli bir şekilde sürdürebilmeleri için gerekli olan destek mekanizmalarına ulaşamamaktadırlar. Bu nedenle hasta tutuklu ve hükümlülerin, insan haklarının zorunlu koşulu olarak tahliye edilmesinin önünü açma mücadelesine psikoloji öğrencilerinin, psikologların ve ruh sağlığı alanındaki meslek, kurum ve kişilerin katılımı elzem gözükmektedir.
 
Bu çabanın yanında yukarıda da değindiğimiz gibi, psikoz ve cezaevleri (ve diğer ruhsal rahatsızlıklar ve cezaevleri) ilişkisinin üzerine daha çok düşünmek, konuşmak, teori üretmek ve araştırma yapmak anlamlı olacaktır. Psikoloji öğrencilerinin ve psikologların bu konunun psikolojinin ve toplumun gündemine gelmesi konusunda yapacakları olabilir.

* Bu konuda cezaevi psikologlarının ve cezaevinden çıkan kişilerle psikolojik çalışma yürütenlerin çaba ve tanıklıkları da önemli gözükmektedir. Görüşmeler esnasında veya görüşme dışında bu çabanın çalışan kişi tarafından verilebilmesi için öncelikle bazı koşulların sağlanması gereklidir.  Meslektaşların mahpus veya hapishaneden çıkan kişiyle mahremiyeti korunan bir ilişki kurması (çoğu zaman bu engellenmektedir) vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Çalışan kişi kendi özerkliğini ve karşısındakinin gizlilik ve karar hakkını koruyabilmelidir. Bu koşulların sağlanması için verilecek mücadeleler üzerine düşünülebilir.
 
İkincisi, çalışan ve hizmet alan kişilerin haklarını savunacak bir meslek örgütüyle kurulan güçlü bir ilişki oldukça faydalı olacağı gibi bir sendikanın -başka işlevlerine ek olarak- koruyucu işleve sahip olacağı düşünülebilir. Bunun için meslek mücadelesi yükseltilirken, ceza infaz kurumlarında çalışan psikologların -ceza infaz kurumlarında çalışan tüm kamu görevlileriyle birlikte-  kanunla yasaklanmış sendikaya üye olma hakkına sahip olmaları için de mücadele edilmelidir. Bu sayede korunacak olan hem çalışanın hem de destek verdiği kimsenin güvencesidir.
 
Bu alanda çalışanların kişiye sunduğu desteğe ek olarak, hak ihlallerini dile getirme, tanıklıklarını ve gözlemlerini –etik ilkeler ve gizlilik korunarak- aktarma çabaları, psikozlu hastaların durumlarının değiştirilmesinde önemli rol oynayabilir. Elbette bu çabada diğer meslektaşların, meslek örgütlerinin ve sendikaların desteğinin katkısı büyük olacaktır.

* Bu metin çerçevesinde konu, sınırlı olarak ele alınmış olsa da, ortaya cezaevleri ve ceza infaz sisteminin temeline dair tartışılması gereken –ve başka alanlarda daha çok tartışılan- birçok nokta çıkmaktadır. Özel olarak burada psikozlu tutuklu ve hükümlülere odaklanmış olsak da, genel olarak hasta olan ya da olmayan tutuklu ve hükümlülerin durumuna dair psikoloji alanı içinden konuşulması gereken birçok şey var gibi gözükmektedir. Aynı zamanda dünyada bugün var olduğu haliyle cezalandırma ve kapatma mantığının, insana dair bilgi ve uygulama üretenlerce tartışmaya açılması ve sorgulanması da kaçınılmazdır.
 
Ne de olsa, başka bir dünya, başka bir ilişkiler düzeni yaratmak, bunları düşünmenin kanallarını da açarak olacaktır. Psikoloji öğrencileri ve psikologlar olarak bizim de kendi disiplinimizin potansiyellerini ve motivasyonlarını başka bir dünya düşlemek ve kurmak için kullanmak hem akla yatkın hem de önemli gözükmektedir. 

Dipnotlar:

 1 Bu sayıya dair farklı tarihlere ait farklı kaynaklar bulmak mümkündür. Bunlardan birkaçına şu bağlantılardan ulaşılabilir: 
http://www.ihd.org.tr/index.php/baslamalarinmenu-77/b-temsilcilikleri-ve-beler-mainmenu-79/2743-hasta-mahpuslar-serbest-birakilsin.html
http://hapistesaglik.com/2014/11/05/sayilar-ve-kanunlarla-insanlar-devlete-gore-hasta-mahpuslarin-durumu-bayagi-iyi/
http://hapistesaglik.com/bdp-hasta-mahpuslar-ve-cezaevi-sorunlari-raporu-2014/

 2 TODAP’ın bir kampanyası ve TODAP’ın da içinde bulunduğu bir basın açıklamasına bu bağlantılardan ulaşılabilir:
http://www.todap.org/bolum_detay.aspx?yaziId=1458&bolumId=1
http://hapistesaglik.com/2014/08/06/kemal-gomi-kapali-kapilar-ardinda-tutulmamalidir/

 3 Bu deneyimleme halinin, düşünce, duygulanım, davranış, vb. gibi adlar verebileceğimiz farklı biçimleri olabilir ama bu yazı açısından “deneyim” kavramının daha kapsayıcı ve kullanışlı olduğunu düşünüyorum. 

 4 Örnek bir kaynağa buradan ulaşılabilir:
http://1807.tihv.org.tr/wp-content/uploads/2014/06/tedaviraporu2013.pdf
 
 5 Örnek bir kaynak olarak:
http://www.ttb.org.tr/eweb/istanbul_prot/ist_protokolu.html
 
 6 Ruh sağlığı alanında çalışanların tecrit işkencesinin sonlandırılması için yaptığı açıklamayı burada bulabilirsiniz:
http://www.bianet.org/bianet/bianet/91119-f-tipinde-tecrit-iskencedir-son-verin

14 Kasım 2014
Twitter
Facebook
© Copyright 2013 - TODAP