KAPİTALİZM VE PATERNALİZM KISKACINDA ÇOCUK
Türkiye`de Çocuklara İlişkin Sorunlar ve Alternatif Politika Arayışı
Uluslararası Sempozyumu
29-30 Kasım 2014, Malatya
SONUÇ BİLDİRGESİ
En belirleyici özelliği eşitsizlik üretmek olan kapitalizm, paternalist kurum ve ilişkilerle de bütünleşerek çocukluğun içinde deneyimlendiği koşullar ve çocuklar üzerinde çok sayıda olumsuz etkiye neden olmaktadır. İçinde yaşamakta olduğumuz kapitalizmin 500 yıllık tarihi vardır. Bunun son 200 yılı, sanayi kapitalizmi olarak adlandırılmaktadır. Bugün ise en gericileştiği, üretici güçlerin önünde engel olduğu, emeği ve doğayı tahrip ettiği, en saldırgan bir hale dönüştüğü neo-liberal kapitalizm aşamasını yaşamaktayız. Bu aşamada gençler kapitalist sistem için ucuz emek kitlesi olmasının yanı sıra bir tehlike (sorun), yaşlılar ise sistemin sırtında bir yük olarak kabul edilmektedir. Paternalizm ise çocuk ve gencin refahını gerekçe göstererek onun iradesini, özgürlüklerini sınırlamak amacıyla devletin ve ebeveynlerin çocuklar üzerindeki iktidarını ve bu dolayımda baskısını ifade eder. Tarihsel olarak kapitalizmden daha eskiye dayanan paternalizm, bugün Türkiye`de neo-liberal ve neo-muhafazakâr birikim stratejisi altında emekçi kitlelere ne yapmaları gerektiğini dayatan aynı zamanda belirleyen bir sermaye aracına dönüşmüştür.
Kapitalizm ve paternalizm sarmalı geniş toplumsal kesimleri etkilediği gibi en çok çocukluğu ve çocukları etkilemektedir. Çocukluk, tarihsel ve toplumsal bir olgu olarak, yaşanılan zamana ve mekâna, ülkeye, içinde bulunulan sınıfa ve maddi koşullara göre değişir. Bu bağlam içinde çocukluk koşulları, ailenin ait olduğu sınıfsal konuma göre belirlenir. Günümüzde de çocuklar, neo-liberal kapitalizmin ürettiği toplumsal eşitsizliklerin sonuçlarını aileleriyle, ait oldukları toplumsal sınıfla birlikte paylaşmaktadır.
Uygarlığın geldiği düzeye yönelik olarak sunulan bütün övgülere karşın, yaşadığımız yüzyılın gerçeklerinden biri, dünya çocuklarının çok büyük bir bölümünün eğitim ve sağlık hizmetlerine erişememekten şiddete, istismara, oyun zamanında çalışma zorunluluğuna, açlığa varan çeşitli sorunlar yumağı içinde yaşıyor olmasıdır. Ancak bu, dünyanın bütün çocuklarının aynı koşullarda yaşadığı, benzer sorunlarla karşı karşıya kaldığı anlamına gelmemektedir. Nitekim dünya çocuklarının içinde yaşadığı gerçekliğin bir yüzü de eşitsizliklerdir. Milyonlarca çocuk dünyaya gözlerini açlık ve yoksulluk sınırının altında açıp hayatta kalma mücadelesi verirken, daha küçük bir azınlık yüksek refah koşulları içine doğup mutluluk ve başarı ethosu peşinde yaşamını sürdürmektedir.
Çocukların yaşadığı sorunlar kısacası, altı çizilerek vurgulanmalıdır ki, toplumsal sistemin eşitsiz ilişkilerinden bağımsız olarak ortaya çıkmaz. Tarım ya da sanayi sektöründe çalışmak, sokakta çalışmak veya sağlık hizmetine yetersiz erişim toplumun bütün kesimlerinin çocuklarının sorunu değildir. Bir yandan "çocuk merkezli" aile modelleri yaygınlaşırken öte yandan da çocuk emeği sömürüsünün yaygınlaşması bireysel tercihlerle ya da yalnızca kültürel farklılıklarla açıklanamaz. Çocuklarının eşitsiz koşullarda yaşamaları ve büyümeleri ailelerinin "sınıf konumunu" paylaşmaları nedeniyledir. Bu nedenle, çocukluk deneyimini ve çocuklukla ilgili sorunları toplumsal sistemin ve yaşamın bütününden ayırmak olanaklı değildir. Dolayısıyla çocuklara ilişkin sorunlar politiktir ve politik bağlamından koparılarak sadece "işin uzmanlarına" (öğretmenler, doktorlar, psikologlar, yargıçlar, polisler vb.) havale edilerek çözülemez. Sorunun kaynağında toplumsal eşitsizlikler vardır ve eşitsizlik üreten sisteme dokunmadan çözüm üretmenin yolu yoktur. Konuya Türkiye özelinde bakıldığında da yukarıda tanımlanan gerçeklikle karşılaşılmaktadır. Buna ek olarak Türkiye`de sorunların boyutunu büyüten iki olgu söz konusudur.
Birincisi, geç kapitalist (geri bıraktırılmış) ülke koşulları nedeniyle neoliberalizmle birlikte mevcut sınırlı sosyal devlet uygulamalarından dahi geri çekilişin çok daha hızlı olması, toplumda örgütlenme yoğunluğunun düşük olması, ekonomide kayıt dışılığın yaygınlığı çocukların karşılaştığı sorunların daha da derinleşmesine neden olmaktadır.
İkincisi ise, ailenin, günlük yaşam pratiklerinin ve devletin dokularına yerleşmiş olan paternalist kültürün, toplumsal hiyerarşinin alt katmanlarında kalan öteki toplumsal kesimler gibi (kadınlar, LGBTİ bireyler, engelliler, dezavantajlı etnik gruplar gibi) çocuklar üzerinde kurduğu baskıdır.
Çocuklara ve çocukluğa ilişkin sorunlar, kısaca özetlenen bu niteliklerine karşın akademi ve politika tarafından baskın bir biçimde liberal ideolojinin belirlediği zeminde toplumun homojen bir yapıya sahip olduğu varsayımı üzerinden ve onları üreten mekanizmalardan bağımsız, çoğu zaman da ailelerin ve bireylerin yanlış seçimlerine dayandırılarak sunulmaktadır. Bu yaklaşım biçiminin doğal sonucu olarak da sorunun kökenini hedef almayan çözümler ortaya konmaktadır. Örneğin "çocuk işçiliğini", "çocuk hakkı ihlallerini" sorunsallaştıran bu ana akım görüş, çözüm olarak hukuk yoluyla sınırlamalar konularak çocuk işçiliğine ilişkin sorunların çözülebileceğine, hatta yine piyasa araçlarıyla (etiketleme, standartlar gibi) çocuk emeği sömürüsünün önlenebileceğine, aile yapısına ve eğitim olanaklarına ilişkin kimi sorunların giderilebileceğine işaret etmektedir.
Çocuklara ilişkin sorunlar böylesine kapitalizm ve paternalizm sarmalının eşitsiz toplum dinamiklerine dayanıyor iken sol teorinin ve politikanın da özne olarak ya da kolektif emeğin parçası olarak çocuğu yeterince gördüğü söylenemez.
Sol teori ve politika da genel olarak reel politika ve uygulamaların eleştirisi ile yetinmekte, alternatif üretmekten uzak bir duruş sergilemektedir. Hatta çoğu zaman sol aktörler de tartışmaya ve çözüm arayışına reel politikanın belirlediği hat üzerinden katılmaktadır. Oysa, bu sorunların yapısal nedenleri ortaya konup alternatifler üretilmedikçe ortadan kaldırılamayacağı açıktır. Kamusal alandan özel alana toplumsal yaşamın bütün alanlarını etkileyen, günlük yaşam pratiklerinin içine sızan kapitalizm ve paternalizm sarmalı çocuklar üzerinde aşağıda sıralanan sorunlara neden olmaktadır:
1. Kapitalizm ve paternalizm sarmalı, sınıfsal konumlarıyla ilişkisel olarak çocukların fiziksel ve ruhsal sağlığını bozmakta, bilişsel gelişimlerini sekteye uğratmakta, özellikle yoksul çocukların eğitim sürecinden kopmalarına neden olmakta, çocuk ölümlerini artırmaktadır.
2. Günümüzde eğitimin sınıfsal karakteri çok daha netleşmiştir. Özel okulların yanı sıra kamu okulları da kendi içinde "zengin kamu okulları" ve "yoksul kamu okulları" biçiminde ayrışmıştır. Bu nedenle, yoksul kitlelerin çocukları, eğitim alanında yoksulluğun beraberinde getirdiği sorunları çok daha ağır biçimde yaşamaktadırlar.
3. Kapitalizm ve paternalizm, toplumsal alanı çözerek çocukların cinsel istismara uğramasına, uyuşturucu ticareti, fuhuş ya da diğer suç sayılan eylemlerde araçsallaştırılmasına zemin hazırlamakta, çocuk mahkûmlar üretmektedir.
4. Kapitalizm ve paternalizm sarmalı, yeni muhafazakâr kalıpları kullanarak geleneksel aileyi eşitsizlik koşullarında yeniden üretirken aynı zamanda kadının "ev"e kapatılmasına, çocukların evlendirilmesine ve "çocuk anneliğe" neden olmaktadır.
5. Neo-liberal ve neo-muhafazakâr iktidar anlayışı, erkek egemenliği zemini üzerinden toplumsal cinsiyet ayrımını yeniden üretmekte, farklı cinsel yönelimlerin varlığını inkâr etmekte ve yaşam alanlarını daraltmaktadır.
6. Kapitalizm ve paternalizm, yaygın bir çocuk işçiliğine ve emek sömürüsüne neden olmaktadır. Öyle ki küresel olarak 18 yaş altı ekonomik olarak aktif çalışan çocuk oranı, ILO`ya göre dünya çocuk nüfusunun %17`sidir. Çocuk işçiliği ise %11`dir. Türkiye`de çocuk işçiliği oranı %6-10 arasındadır. Ancak çocuk işçiliği konusundaki veriler sağlıklı bir biçimde üretilmemektedir. Çocuk işçiliğinin giderek azaldığı konusundaki veriler ise kayıt dışılık, stajyer çalıştırma, mesleki eğitim gibi adlar arkasında gizlendiği için son derece sağlıksızdır.
7. Çocuk işçiliği sorunu, yoksulluk, eşitsiz gelir ve servet dağılımına yol açan kapitalist üretim tarzının ürettiği "doğal" bir sonuçtur. Yani kapitalizmin doğasında vardır. Zira çocuk işçiliği, öncelikle bir sınıfsal sorundur ve sadece emekçi sınıfların ve yoksulların çocuklarında görülmektedir.
8. Çocuk işçiliği aynı zamanda etnik bir sorundur. Örneğin Türkiye`de yoksul Kürt çocuk işçiler ve işçi bile olamayan Roman çocuklar, Arnavutluk`ta ise Roman çocuklar ön plandadır.
9. Çocuk işçiliği sorunu, bir geç kapitalizm, emperyalizm ve dışa bağımlılık sorunudur. Zira gelişmiş kapitalist ülkelerde bu sorun hemen hemen hiç görülmezken, geç kapitalist ülkelerde yaygın bir durumdur ve neo-liberalizmle birlikte bu ülkelerde çocuk emeği küresel sömürüye de açılmıştır.
10. Çocuk işçiliği bir uluslararası sorundur. Göçmen ve mülteci çocuk işçiler sistemin en çok zarar verdiği çocukların başında gelmektedir.
11. Kapitalizm, çocukların içine doğdukları ve yaşadıkları doğayı ve kentsel mekânı tahrip etmekte, metalaştırarak bu alanları kamusal kullanıma kapatmakta, çocukların doğa ile bağını koparmaktadır.
12. Kapitalizm ve paternalizm sarmalında eğitim dinselleştirilmekte ve bu yolla aklın özgürleşmesinin engellenmesinin yanı sıra çocuklar emek sömürüsüne, politik istismara, koşulsuz itaate açık hale getirilerek nesneleştirilmektedir.
Kapitalizm ve paternalizmin artan belirleyiciliğindeki önümüzdeki süreç "çocuk sorunu"nu ciddi biçimde artıracaktır. Çünkü 2008`de patlak veren finansal krizin ardından ortaya çıkan iktisadi durgunluğun kalıcı hale geldiği küresel iktisadi verilerden anlaşılmaktadır. Emperyalist kapitalist sistem bu durgunluğunu uluslararası sermaye hareketleri aracılığı ile geç kapitalist ülkelere aktarıp böyle bir çıkış stratejisini denerken aynı zamanda da ticari çözümlerin tükendiğinin bilincinde olarak askeri çözümlere yönelmektedir. Bu nedenle en başta Ortadoğu olmak üzere Rusya ve Asya Pasifikte bir Üçüncü Paylaşım Savaşının ön koşulları oluşturulmaktadır. Bu gelişmeler barış ve demokrasiyi tehdit etmekte ve otoriterleşme eğilimini hızlandırmaktadır.
İktisadi bunalım ve krizden en çok etkilenenlerin yoksullar, emekçiler ve onların çocukları olduğu ve olacağı açıktır. Yoksulluk daha da artacak, gelir dağılımı daha da kötüleşecek, savaşın finansmanına ayrılan kaynaklar artacak, bu çocuklara yönelik bütçeden sosyal harcamaların azalmasına yol açacak, nihayetinde çocuklar daha da yoksullaşacaktır.
Savaş çocukları öldürür, onları annesiz, babasız, bazen de kimsesiz bırakır. Otoriterleşme çocukları ezer, özgür gelişimlerini yok eder, onları geleceğin köleleri haline getirir. Bu gidişatı durdurabilmek ya da tersine çevirebilmek hem zorunludur hem de mümkündür.
Ne Yapmalı?
1. Varolan çocuk algısının değişmesi gerekmektedir. Sistemin içinde sıkışan çocuk/çocukluk yeniden tanımlanmalıdır. Çünkü çocuk, kendi başına değeri olan bir varlıktır. Kendine ait özellikleri vardır. Çocukluk bitmesi gereken bir dönem değil tamamlanması gereken bir süreçtir. Paternalizm ve kapitalizm kıskacından kurtulmuş yeni bir çocukluk paradigması çocuklarla birlikte oluşturulmalıdır. Bütün toplumsal sınıfların çocukları için coşkulu bir çocukluk döneminin koşulları sağlanmalıdır.
2. Çocuklar, görüşlerini ifade edebilecek araçlara, kararlarını onları dinleyip ciddiye alacak yetişkinlere ulaştırabilecekleri olanaklara sahip değildir. Oysa yetişkinlerin eksik bıraktığı bu olanaklar sağlandığında kendi yaşamlarına dair görüş ve karar sahibi olmalıdırlar.
3. Çocuğun yaşadığı mahallede, okulda, tüm yaşam alanlarında kendisini ifade edebilmesi için çeşitli kurullar, meclisler, kulüpler, kooperatifler gibi paylaşımcı, dayanışmacı ve işbirliği ortamlarının yaratılmasına olanak sağlanmalıdır.
4. Eşitlikçi kamusal eğitimi yeniden üretebilmek için yarışmacı eğitim anlayışıyla mücadele edilmeli, demokratik, laik, bilimsel, parasız, anadilinde, kamusal finansmana dayalı eğitim talep edilmeli ve çocuğun refahı öncelikli tutulmalıdır.
5. Çocukların barışçıl ve demokratik bir toplumsal yaşama ulaşabilmeleri için dünyayı anlamalarını, sorgulamalarını olanaklı kılacak laik eğitim teminat altına alınmalıdır.
6. Okullar arasındaki ayrışmanın nedenlerinden biri olan okul içinde "bağış" ya da benzeri biçimlerde öğrencilerden/ebeveynlerinden para toplayarak kaynak yaratmaya son verilmeli, okul imkânlarını eşitleyene kadar yoksul bölgelerin okullarına genel bütçeden daha çok kaynak tahsisini mümkün kılacak düzenlemeler yapılmalıdır.
7. Çocuk işçiliğinin bütün biçimleri engellenmeli, çocuklar hayatlarını kazanmak için emeklerini satmak zorunda bırakılmamalıdır. Bu, yalnızca hukuk yoluyla yasaklanarak çözülebilecek bir sorun değildir. Çocuklar, yaratılan toplumsal gelirlerden ailelerinin sınıfsal konumuna göre pay aldığından çözüm de gelir bölüşümünde adaletin sağlanmasından geçmektedir.
8. Toplumsal yaşamın bütün alanlarında sınıfsal, etnik, din, dil, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ayrımlarını reddeden bir arada yaşama kültürü geliştirilmelidir. Böyle bir kültürün geliştirilmesinde, öncelikle siyasetin dilinin ayrıştırıcı söylemlerden arındırılması zorunludur.
9. Özel eğitime gereksinim duyan çocuklar için eğitim olanaklarının geliştirilmesi şarttır ama yeterli değildir. Bu çocukların toplumsal yaşamın bütün alanlarına etkin bir biçimde katılmalarının sağlanabilmesi için ilgili bütün kurumlar arasında işbirliği sağlanmalıdır.
10. Bozulmamış doğaya erişim, doğa ile daha barışık kentte yaşamak temel insan hakkı olarak düzenlenmelidir.
11. Kent toprağında kalan son doğa parçalarını ve yoksullarının yaşam alanlarını yağmalayarak büyüyen ranta dayalı ekonomik büyüme durdurulmalıdır. Sokaklar çocuklara geri verilmeli, kentler sokaklarında, parklarında çocukların oynayabildiği güvenli yaşam alanlarına dönüştürülmelidir.
12. Kır ve kent çocuklarına evlerine en yakın mesafede nitelikli eğitim alma olanakları yaratılmalı, çocukların uykuda olmaları gereken saatleri yollarda geçirmeleri engellenmelidir.
13. Çocuklar için demokratik bir yerel yönetim modeli çerçevesinde bir "Çocuk Bütçesi" oluşturulmalı ve genel bütçeden bu bütçeye yeterince kaynak aktarılmalıdır.
14. Çocuk politikaları çerçevesinde yerelden yerel üstü ölçeğe doğru mesleki ve demokratik örgütlerin işbirliğine yönelik koalisyonlar kurulmalı, bu koalisyonların temel işlevi mevcut durumu belirleme, izleme ve yukarıdaki hedefler doğrultusunda hak savunuculuğu olmalıdır.
15. Ancak tüm bu çözüm önerilerinin kalıcılığı, kapitalizmi aşan daha özgür ve daha eşitlikçi bir toplumsal sistemin inşa edilmesiyle mümkündür. Özellikle son kriz sonrasında tüm dünyada emeğin daha önceki kazanımlarının tek tek geri alındığı gerçeği ve sistemin sürekli olarak eşitsizlikler ve adaletsizlikler ürettiği unutulmamalıdır.
Bunun için emek, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin çok güçlü, örgütlü bir biçimde, yükseltilerek sürdürülmesi gerekir. Emek hareketi, demokrasi ve özgürlük hareketi, sol, sosyal demokrat sosyalist hareketin birlikte mücadelesine ihtiyaç vardır.
Kamuoyuna Saygıyla duyurulur.
03.12.2014
Tarık KAYA
Eğitim Sen Malatya Şubesi
Yürütme Kurulu Başkanı