Üyemiz Baran Gürsel'in Praksis dergisinin 35-36 numaralı (2014/2-3) sayısında yayınlanan Kapitalist Üretim İlişkilerinin Sürdürülmesinde Psikolojinin Rolü: Anaakım Çalışma ve Psikoloji İdeolojilerinde Bireycilik ve Akılcılık başlıklı yazısını aşağıda sizinle paylaşıyoruz.
---
Kapitalist Üretim İlişkilerinin Sürdürülmesinde Psikolojinin Rolü:
Anaakım Çalışma ve Psikoloji İdeolojilerinde Bireycilik ve Akılcılık
Özet
Anaakım Psikoloji kapitalist üretim ilişkilerinin sürdürülmesinde birçok farklı role sahiptir. Bu metinde psikolojinin bu ilişkileri kapitalist çalışmaya dair iki temel varsayım kümesini sahiplenerek sürdürmesi ön plana çıkarılacaktır. Bunlar bireycilik ve akılcılıktır. Bireycilik kapitalist çalışmanın temel kültürel öğelerinden biridir. Bireycilik mantığı temel bir birey-toplum ikiliğine yaslanmakta, psikoloji de bu kurguyu yalıtılmış birey varsayımıyla yeniden üretmektedir. Diğer yandan akılcılık, kapitalist çalışmanın, karın azamileştirilmesi ve verimliliğin artırılması için vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Madde/doğa ve akıl karşıtlığında yalıtılmış ve üstün bir konuma sahip akıl, nesnelcilik, ölçme, hesaplama, vb. gibi pozitivist çabalarla psikoloji disiplininin de yüceltilmiş bir kavramı olmuştur. Kapitalist çalışma ve psikoloji disiplini arasındaki bu ortaklık bu yazıda hegemonya çerçevesine oturtulmakta ve bu alanlar içerisindeki muhalif unsurlar da sahiplenilerek bir karşı hegemonya üretme hedefi doğrultusunda incelenmektedir.
Giriş
Kapitalist üretim ilişkileri hayatın her alanında farklı şekillerde sürdürülmekte ve yeniden üretilmektedir. Bu metinde kapitalist üretim ilişkilerinin psikoloji disiplini tarafından sürdürülmesi, kapitalist çalışma ideolojisi ile psikoloji ideolojisi arasındaki ortak temel varsayımlar temelinde ele alınacaktır. Ortak varsayımlar bireycilik ve akılcılık etrafında kümelenmektedir. Metnin temel önermesi, çalışma ve psikoloji(1) alanlarının bu iki küme üzerinden bir paralelliğe sahip olduğudur. Bu paralelliğin ortaya çıkarılması yoluyla, insanın hayatının gittikçe daha büyük bir bölümünü kaplayan kapitalist çalışmanın (André Gorz, 2007: 38), insanın kendine, topluma ve dünyaya dair bakışını şekillendiren (Isaac Prilletensky, 1989: 795) bir disiplin olan psikoloji yoluyla nasıl sürdürüldüğünü gösterilecektir.
Kapitalizm açısından merkezi bir öneme sahip olan çalışmanın mevcut hallerini sürdüren düşünce ve eylemleri ele almak onu sürdürmemenin yolunu bulmak için gerekli ön koşullardan biridir. Psikoloji de toplumdaki kurucu rolüyle bu düşünce ve eyleme önemli katkıda bulunmaktadır ve bu nedenle çalışmayla arasındaki ilişkinin çözümlenmesi, kapitalist çalışmanın sürdürülmemesine doğru bir adım olabilir. Bununla birlikte, bu metnin başka bir amacı daha vardır. O da psikoloji içerisinde, üzerinde alternatif düşünme ve eyleme biçimlerinin kurulabileceği bir alan açmaktır. Metinde bu alternatiflere geçişin nasıl mümkün olabileceğine doğrudan değinilmemekle birlikte bu geçişin yöntemsel temellerinin hegemonya-karşı hegemonya kavramsallaştırılmasında sunulduğu düşünülmektedir ve son bölümde de psikoloji ve çalışma ilişkisini kurmada karşı-hegemonik olduğu düşünülebilecek bazı örneklere işaret edilmiştir (2).
Yazının başlığında da sunulduğu gibi, kapitalist üretim ilişkilerinin psikoloji tarafından sürdürülmesi genel bir başlık, çalışma ve psikoloji ilişkisi de bunun altında bir konu olarak düşünülmektedir. Bu yazıda ayrıntılandırılması güç olsa da, hem genel başlığın nasıl kavrandığının hem de bu yazının temel varsayımlarının anlaşılabilmesini kolaylaştırmak amacıyla, metnin arkasındaki iki düşünme hattından kısaca söz etmekte fayda var. Bunlardan birincisi, üretim ilişkilerinin nasıl kavramsallaştırıldığına dair bir fikir verecek ve kapitalist çalışma ve üretim ilişkileri kavramlarının farkını belirginleştirecek; ikincisi de psikolojiye nasıl bir tarihsel ve toplumsal önem atfedildiği, dolayısıyla psikoloji disiplininin neden araştırma konusu yapıldığı sorusuna cevap oluşturacaktır.
Çalışma ve Psikoloji İlişkisine Bakarken Üretim İlişkileri Kavramsallaştırmasının Önemi
Psikolojinin bireyi kurmaktaki rolü ve bu kuruluşun psikoloji ve çalışma taraflarında ortak olarak yer alan iki temel varsayım olan bireycilik ve akılcılıktan bahsetmeden önce metnimizin arka planını oluşturan üretim ilişkileri kavramını biraz açmakta fayda var. Üretim ilişkilerine bu metin çerçevesinde nasıl bakıldığını açıklamak, birincisi, üst başlığın sadece kapitalist çalışmaya gönderme yapmıyor ve daha geniş bir toplumsal ilişkiler ağını vurguluyor olduğunu netleştirmek açısından önemli. İkincisi ve daha önemlisi, bu açıklama, bahsi geçen temel iki kapitalist varsayım kümesinin (bireycilik ve akılcılık) hem artı emeğe el konma alanında hem de insana dair bilgi üreten bir disiplinin alanında neden paralel olarak var olduğunun anlaşılmasını sağlayacaktır.
Bu metinde, mülksüzlerin ya da mülksüzleşenlerin artık emeğine el koyulmasını içeren emek süreci olarak gerçekleşen kapitalist çalışma (3), kapitalist üretim ilişkilerinin vazgeçilmez bir parçası olarak düşünülmektedir (Kathi Weeks, 2014: 134-140). Bununla birlikte burada üretim ilişkileri emek sürecine indirgememekte ve sıkça karşılaşıldığı gibi çalışma “alt yapı” kavramıyla ifade edilecek bir “parça” olarak ele almamaktadır. Burada, birincisi, üretim ilişkilerinin altyapı ve üstyapı diye iki alana bölünemeyeceği, ikincisi üretim ilişkilerinin toplumsal ilişkileri ifade ettiği varsayılmaktadır. Ellen Meiksins Wood’un (2008a) Edward Palmer Thompson’un üretim sorununa ilişkin yaklaşımını ön plana alarak geliştirdiği kavramsallaştırma bu bakış açısını ikna edici bir şekilde temellendirmektedir.
Wood (2008b) iktisadi olanın altyapı ve temel, hukuki, siyasi, kültürel/ideolojik olanın da üstyapı olarak tanımlandığı, üretim biçiminin toplumsal faktörlerle karşıt bir ikilik içerisinde konumlandırıldığı bir bakış açısının aksine, bu alanların birbirini dışlayarak tanımlanamayacağını ve farklı düzlemler olarak ele alınamayacağını vurgular. Ona göre, iktisadi olarak tanımlanan alan, maddi ile toplumsalın karşı karşıya getirilebileceği ayrı bir alan değildir; siyasi, hukuksal ve ideolojik ilişkileri ve biçimleri içerir (Wood, 2008a: 79). Bazı hukuki dayanaklar, kapitalist üretimi mümkün kılan ve onunla birbirine bağlı toplumsal mülkiyet ilişkilerini tanımlamakta ve bizzat üretimin ait olduğu ilişkilerin bir parçası olmaktadır. Buna benzer olarak, güç ve egemenlik ilişkilerini sürdüren bazı kültürel değerler ve ideolojik varsayımlar olmadan üretim ortaya çıkmamakta ve üretim ilişkileri sürdürülebilir olmamaktadır. Aynı zamanda bu kavrayışın devamı olarak, politik gücün çeşitli biçimleri de de üretimin gerçekleştiği alan tarafından içerilmiş ve var olmasının ve sürdürülmesinin koşullarından biri haline gelmiştir. Bu örnekler çerçevesinde vurgulanmak istenen “iktisadi” ile “iktisadi olmayanın” bir öncelik-sonralık, belirsiz bir belirleyicilik ilişkisi içinde değil, ilişkisel bir biraradalık hâlinde bulunduğu gerçeğidir. Buna ek olarak vurgulanması gereken bir diğer nokta da bu tip bir kavrayışın üretim ile toplumsal faktörleri ayrı alanlar olarak ele alınmasına izin vermemesidir. Üretim faaliyeti, tarihsel olarak insan eyleminin yarattığı ve içine girdiği bir toplumsal ilişkiler ağını ifade etmektedir (Wood, 2008b: 40-41). Dolayısıyla üretim ilişkileri kavramsallaştırması toplumsal ve tarihsel ilişkileri ifade etmekte ve soyutlama yaparken “iktisadi olmayanın” kendisinden koparılmasına olanak tanımayan bir bütünlüğe işaret etmektedir.
Altyapı ve üstyapı kavramsal ikiliğinin kullanılmasından vazgeçilmesi, daha önceden siyasal, hukuki ve kültürel/ideolojik olarak tanımlanan tüm alanların üretim biçimi veya üretim ilişkileri içerisine sokulması anlamına da gelmemelidir, yani “altyapı”, “üstyapıyı” yutmamaktadır (Wood, 2008a: 83). Burada vurgulanmak istenen üstyapısal olarak tanımlanmaya meyil edilen bazı öğelerin, üretim için temel olduğu ve bunların bizzat üretim ilişkileri ve biçimi olduğu ifade edilmektedir. Metin Özuğurlu (2002: 46-47), burada tanımlandığı anlamıyla üretim ilişkilerinin, ideolojiler üzerindeki belirleyici etkisini anlatırken, bu etkinin, belli bir sonucu garanti eden bir belirleme değil, sınır çizme özelliğini vurgulamaktadır. Bu sınır çizme, az önce üretim ilişkilerinin yutmadığı alan olarak tanımladığımız varsayımlar, düşünce ve pratikler alanı üzerinde etki eden bir güç alanı olarak düşünülebilir (Wood, 2008a: 88). Bu güç alanını sınıf ilişkileri içerisinde ele alan Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramı, bu etkiyi açıklamak için faydalı gözükmekle birlikte, bu tartışmanın devamı –temel yaklaşımın burada sunulmuş olmasından dolayı- metnin sonuna bırakılmıştır.
Bu kavramsallaştırma temel alındığında, bireycilik ve akılcılık ideolojilerinin aynı anda hem çalışma ideolojisinde hem de psikoloji ideolojisinde paralel olarak bulunması anlaşılır bir çerçeveye oturmaktadır. Bu iki ideoloji, kapitalist üretim ilişkilerinin oldukça temel parçalarıdırlar. Bireycilik, özel mülkiyetin ve geniş kitlelerin mülksüzleşmesi sonucunda mübadele ilişkilerinin mutlak hâkimiyetini ilan ettiği kapitalizmin oldukça temel bir unsurudur (Alfred Sohn-Rethel, 2011: 53-56). Akılcılık ise, en yüksek biçimini Taylorizm’de bulan üretimin nesnelleştirilmesi, bilimselleştirilmesi ve yönetilmesi, aslında denetlenmesinin adıdır (Harry Braverman, 2008: 105-106). Üretimin bu iki temel unsurunun üretim alanında ve baskıya tâbi olan diğer düşünme ve eylem biçimleri üzerindeki etkisi, bu yazı bağlamında da çalışma ve psikoloji ideolojilerindeki hâkimiyetlerinde gözlenebilir. Emek sürecini gerçekleştiren eylem olarak çalışma, varlığını ve devamlılığını sağlayan kültürel ve ideolojik varsayımlardan bağımsız değildir ve çalışma ideolojisi bu sürece ait düşünme biçimlerini ifade etmektedir. Psikoloji bilimi ise üretim ilişkilerinin basıncına tâbi bir alan olarak bazı ortak varsayımları temel almakta ve emek sürecindeki bireyin ideolojisini emek sürecini aksatmayacak şekilde ve bu parametreler içinde kurmaktadır. Metnin temel çerçevesini de bu kavrayış oluşturmaktadır.
Psikoloji Disiplininin Tarihsel ve Toplumsal Önemi
Metnin mantıksal bir çerçeveye oturtulması için gerekli bir diğer husus da psikolojinin tarihsel ve toplumsal önemine dair bir kavramsallaştırılmanın sunulması gereğidir. Bu yolla, neden psikoloji bilimine burada bir ayrıcalık tanındığına dair cevabın bir kısmı da oluşabilir. Kuşkusuz cevabın geri kalan kısmını metnin yazarının eğitimsel arka planı ve ilgisi oluşturur. Psikoloji disiplini ulus devletin oluşmasında bir bilme, konuşma ve hesaplama alanı olarak sosyalin kuruluşunda önemli bir rol oynamış, bununla paralel olarak da insanın psişesinin bir yönetişim alanı haline gelmesinin yolunu açmış, yöntemini oluşturmuştur (Nikolas Rose, 1990). Yönetişim, bir hedefe yönelmiş bir iktidarın uygulanmasını sağlayan kurum, yöntem, analiz ve hesaplamaların toplamından oluşmaktadır. Bu iktidarın uygulanması için onun sınırları, nesneleri ve meşru yöntemler belirlenir (Peter Miller ve Nikolas Rose, 1988).
18. yüzyıldan itibaren Avrupa’da kapitalizmin geliştiği ülkelerde halk bizzat bu politik kontrolün nesnesi haline gelmiş, devletin amacı insanların, malların ve güçlerin düzgün bir şekilde yerleştirilmesi noktasına genişlemiştir (Rose, 1990: 104). Önceki dönemlerden farklı olarak amaç sadece kanunların korunması değil, refahın arttırılması, düzenin sağlanması ve de insanların eğitilmesi olmuştur. Bu işlerin yapılabilmesi için de insanların anlaşılması, ölçülmesi ve de kontrol edilmesi gerekmiş, psikoloji disiplini de özel olarak sosyalin ve insanın tanınmasına ve düzenlenmesine imkân verecek bilgi ve araçların üretilmesinde rol oynamıştır.
Rose’a göre (1990: 104-107) psikoloji, insanın, analiz edilebilir ve değerlendirilebilir olması için öncelikle onu bilgiye çevirir ve bir dil oluşturur. Bu dil yoluyla da hesaplama, teknik ve araçlar mümkün kılınır. Öznellik (4) bu şekilde akılcı bir yönetişim faaliyetinin nesnesi haline gelir. Psikoloji bir taraftan bu dili kurarken bir taraftan kullanılan bilginin depolanması, hesaplanabilir bir biçimde kaydedilmesi gerekmektedir. İstatistik bunun için ortaya çıkar. Toplumda yer alan ahlak, sağlık, suç gibi kategoriler bu yolla sayısallaştırılarak ölçülmüş olur. Bu ölçmenin bir sonucu olarak da ölçme işi sırasında uygunsuz gözüken örnekleri (örn. zekâ geriliği ve patolojiyi) düzeltmenin yolu açılmış olur.
Psikolojinin kurduğu dilin sadece egemenler tarafından kullanıldığını söylemek mümkün değildir. Bu dil aynı zamanda insanların kendilerini değerlendirmesinin bir aracı haline gelir (Rose, 1990: 108-109). Kontrol bu şekilde içselleştirilerek, öngörülen düzene uyum, kişinin gönüllülüğü vasıtasıyla gerçekleşir. Bu sayede akıl sağlığı, çalışma kapasitesi, evlilikte uyum, hayata dair beklentiler gönüllü ve motive bir şekilde korunmuş olur, zora ihtiyaç duyulmaz. Kişinin nasıl biri olmak istediği ve mutluluğu, onun öznelliğini yeniden kuran psikoloji disiplini tarafından oluşturulur.
Bizim tartışmamız açısından psikoloji disiplinine dair bu akıl yürütme önem taşımaktadır. Buna göre psikoloji, insana ve topluma dair bir bilgi üretme yolu olmaktan öte insanı ve toplumu kurmanın ve düzenlemenin bir aracıdır. Psikoloji, toplumu düzenlemek için politik araçlar ve kültürel değerler üretilirken kullanılmaktadır (Prilletensky, 1989: 796). Bu kavramsallaştırmayı temel alırsak, kapitalist çalışmanın ideolojisinin psikoloji ideolojisiyle ortak olmasının önemi ortaya çıkar. Psikoloji, bazı varsayımları koruyarak ve yeniden üreterek, aslında kapitalist çalışma için gerekli bir insanı da kurar.
Elbette buradaki akıl yürütmenin eksik (hatta insandan tamamen failliği çekip almasıyla, fazla) yönleri mevcuttur, bununla birlikte bu yazıyı okuyan kişinin psikoloji bilimini kendi kafasında konumlandırması bakımından faydalı bir düşünme biçimidir. Özellikle bu disiplinin düşünürlerinin ve uygulayıcılarının büyük bir bölümünün değerlerden bağımsız bir iş yaptığını varsaydığı (Prilletensky, 1989: 796) göz önünde bulundurulursa psikolojinin bu yönünü ifşa etmek önemli hale gelmektedir. Prilletensky hem psikologların, hem de toplumun, bu alanda üretilen bilginin nesnel bilgi olduğunu varsaydığını ve bu bilginin toplumsal ve tarihsel olduğu gerçeğini yok saydığını vurgular.
Çalışma ve Psikoloji İdeolojilerinde Bireycilik
Buraya kadar, çalışmanın ve psikolojinin varsayımlarını incelememize arka plan oluşturacak düşünme hatlarımızı netleştirmeye çalıştık. Şimdi, bu kısımda, bu iki alan arasındaki paralelliklere dikkat çekebiliriz; daha önceden de belirtildiği gibi bu paralellikler iki varsayım alanı, iki ideolojik yönelim olan, bireycilik ve akılcılık üzerinden kurulacaktır (5). Bu bölümde bu iki başlık (bireycilik ve akılcılık) altında sırasıyla önce çalışma ahlakına sonra da psikolojiye bakılacaktır.
Max Weber (2011) kapitalizmin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan kültürel dönüşümleri tanımlama iddiasıyla kaleme aldığı Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu metninde, kapitalist çalışmanın Protestanlığın çalışmaya yüklediği anlam tarafından nasıl beslendiğini açıklar. Ona göre Protestan ahlakı, kazanmanın başlı başına bir amaç haline gelmesi ve çalışmanın, kişi için ahlaki bir değerinin oluşturulmasıyla çalışmanın kutsandığı bir kültür yaratılmasına vesile olmuş ve sermaye birikiminin temeli olmuştur. Wood (2008c) Weber’in mantığının altında yatan varsayımları, burada bahsi geçen metnini onun diğer metinleriyle birlikte değerlendirerek sorgular ve de Protestan ahlakı tezinin kapitalizmin ortaya çıkışı açısından açıklayıcı bir nitelik taşımadığını, toplumsal mülkiyet ilişkilerindeki dönüşümün anlaşılması için bir çaba içermediğini savunur. Ona göre Weber, kapitalizmi, pazar üzerinden okur ve onu feodalizm tarafından kesintiye uğratılmış bir süreç ve şu anki halini ise tarihin rasyonelleşmesi; çalışmayı ve üretken faaliyeti burjuvanın işlevi; kapitalist çalışmanın en önemli özelliğini ise çalışmanın yüceltilmesi olarak ele alır. Weber’in Wood tarafından eleştirilen bu varsayımları, kapitalizme geçişin temelini oluşturan toplumsal mülkiyet ilişkilerindeki dönüşümü açıklayamamaktadır.
Bu eleştiriler haklı olmakla ve Weber’in sunduğu çerçevenin kapitalizmin yapısı ve doğuşu için açıklayıcılığını sorgulanır olmakla birlikte, Weber’in bahsi geçen metinde sunduğu fikriler, kapitalist çalışma ideolojisinin bazı unsurlarını tanımlamak açısından faydalı gözükmektedir. Burada Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu metnine bu perspektiften bakılacak ve metin kapitalist çalışmanın kültürünü anlamak için kullanılacaktır. Böyle bakıldığında ön plana alınan anlayış, Thompson’un (2012) Protestan ahlakını kavrama biçimiyle de uyumlu gözükmektedir.
Protestanlık, hem sanayi burjuvazisi hem de proletarya tarafından sahiplenilmiş bir dini akımdır (Thompson, 2012: 436). Thompson’a göre bu akım, yoksulları itaatkârlığa teşvik ederek ve disiplini ve düzeni sağlayarak sermaye için uygun bir iş oramı yaratmıştır. Weber’in çalışmanın yüceltilmesi olarak adlandırdığı olgu, düzensiz çalışmanın, disiplinsiz olmanın, malzemelerden çalmanın, başkalarının buyruklarına uymamanın kesin bir şekilde olumsuzlanmasını içermektedir (Thompson, 2012: 436). Sermaye birikimi için uygun bir çalışmayı yaratabilmek için çalışma alanının ve de çalışanların öznel alanının düzenlenmesi büyük önem taşımaktadır. Kapitalizmin, kronolojik olarak günümüze daha yakın işleyişinin de önemli bir parçası olan ve sosyolog Vincent de Gaulejac (2013: 91-106) tarafından psişik enerjinin yönetilmesi olarak tanımlanan bu öznellik alanı yönetiminin köklerini burada bulabiliriz.
İş disiplini ve düzeninin sağlandığı, itaatin garantilendiği ve dürtülerin denetlendiği bir çalışma alanının çalışanlarının özdenetimi, sermaye birikimi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu özdenetim, Protestanlığın “birey”i kurgulama biçimiyle iç içedir. Weber’e göre (2011: 98) Protestanlığın bireyi eşi görülmemiş bir yalnızlık içerisindedir. Bu düşünme biçimine göre, önceki düşünme biçimlerinden farklı olarak kişinin hayatının sorumluluğu tamamen kendisindedir (Edward E. Sampson, 1978: 1336). Kişi kendi kurtuluşu için, daha ahlaklı olabilmek için kendi deneyimi ve anlayışı üzerinde çalışmalı ve kendini eğitmelidir. Tanrı’nın inayetini korumanın üç yolu vardır: inanç önderine hizmet etmek, dinsel ibadetleri yerine getirmek ve metotlu bir disiplin sağlamak (Thompson, 2012:446). Bu metinde ön plana alınması önemli gözüken öz disiplin, Tanrı’nın inayeti sağlamak, yani bir anlamda kişinin ahlakını belirlemek açısından önemli bir yerde durmaktadır. Çalışma ve özellikle disiplinli öz disiplinin temel yöntemidir. Sürekli bir bireysel öz denetim yoluyla kişi kendini kurtuluşuna –eğer mümkünse- yaklaştırmak için çaba gösterir (Weber, 2011: 110-125).
Protestanlığın bireyi ve iş disiplininin diğer yönleri üzerinde durmadan önce çalışma ideolojisi ve psikoloji ideolojisi arasında kuracağımız ilk bağlantı noktasını oluşturan bireyciliğin izlerini biraz öne çıkarmakta fayda var. Yukarıda bahsettiğimiz bireyin öne çıkan özellikleri Tanrı’dan ve ötekilerden bağımsız olması ve bu bağımsızlığı içerisinde kendi kendiyle meşguliyetinin yoğun olmasıdır. Protestan düşüncesi bize bireyin toplumdan ve ötekilerden yalıtılmış ve kendine dönmüş bir tasvirini sunar. Yalıtılmış ve kendine dönmüş birey kurgusunun, Protestan ahlakının içinde yeşerdiği toplumdaki düşünme biçimlerindeki değişimlerle de birebir ilişkisi vardır. Bu değişimler, derin toplumsal değişimlerin yaşandığı bir dönemde düşünme biçimlerimde ortaya çıkan ve bireyci ve kopuk birey tasarımını oluşturan varsayımların köklerini içinde taşımaktadır.
Kartezyen mantık, bu kopmanın temellendiği felsefelerden biridir. Bu felsefe, evrene ve doğaya dair varsayımların 16. yüzyıldan itibaren değişmesine bağlı olarak, dünyanın hareket ettiği ve güneş etrafından döndüğünün anlaşılmasının da önemli bir parçasını oluşturduğu keşiflerin etkisiyle ortaya çıkmıştır (Meda, 2012: 78-82). Artık doğa, insanın dışına çıkarılmış, izlenebilir, ölçülebilir ve kontrol edilebilir bir nesnedir. İnsan da onu araştıran ve gözleyendir. Bu, insan ve doğa ilişkisinde köklü bir değişikliğe işaret etmektedir. Aynı zamanda bu Kartezyen mantık başka ikilikler de yaratır. Örneğin madde ile aklı, fiziksel dünya ile sosyal dünya arasında ikilikler kurar (Gulbenkian Komisyonu, 2009: 12). Bunun önemi, bireyi yalıtık olarak ele alabileceğimiz felsefi temeli sunuyor olmasıdır. 17. ve 18. yüzyıllarda ortaya çıkan, başka bir temel değişim, toplumun örgütlenme biçimine dair olan düşüncelerde yaşanan değişimdir (Meda, 2012: 82-84). Buna göre, toplumsal değişimlerle birlikte toplum ve onun Tanrı buyruğu altında bir araya gelmiş hiyerarşik bir blok olduğu düşüncesi sorgulanmış, bu durum doğal kabul edilmemeye başlanmış ve toplumsal düzenin kurucu unsurun ne olduğuna ve olabileceğine yönelik bir arayış ortaya çıkmıştır. Toplumun, ulus devlet bağlamında yeniden kurulması da bireylerin, birbirlerinden bağımsız, kendi haklarına ve sorumluluklarına sahip vatandaşlar olarak algılanması yönünde bir dönüşüm yaratmıştır. Görülebileceği gibi bu da modern anlamda ve toplumla karşıtlığı üzerinden tanımlanmış bireyin kavramsallaştırılmasının başka bir temelidir.
Psikoloji disiplinine baktığımızda, köklerini çok daha geriye götürebileceğimiz ama kurumsallaşması 19. yüzyılın sonunda başlayan bir bilim alanı olarak döneminin ruhuna uyum sağlamıştır. Psikoloji disiplini, insanı bir kültür ve tarihe sahip olarak değil, yalnız ve kendine odaklı olarak ele alır (Dennis Fox vd., 2012). Tarihsiz ve asosyal birey kurgusu, toplum ve insan ikili ayrımı üzerine yaslanarak döneminin kültürel varsayımlarını taşır. Bu kültürel varsayımların kapitalist çalışma ideolojisinin bireyciliğiyle olan paralelliğini kurmak zor olmayacaktır. İki varsayımlar kümesinin en çok kesiştiği noktalardan biri olan bireyciliğin, bu ortaklığı arttıran en önemli özelliklerinden biri bireysel gelişim ve özgürleşmenin bireycilikle birlikte savunuluyor oluşudur.
Psikoloji disiplini, Protestanlığın bireyinin kurtuluşunu ve inayeti çalışmakta aramasına ve öz denetimi bir yaşam biçimi haline getirmesine paralel olarak, bireyin kendi kendiyle meşgul olarak kendini geliştirmesini ve bireysel “özgürlüğe” kavuşmasını destekler (Fox vd., 2012). Çözüm, insanın içinde ve kendi başına yapabileceği bir şeydir (Prilletensky, 1989). Toplumsal çatışmaların bile çözümü bireydedir (Ignacio Martin-Baro, 1996). Burada bu özgürleşmeyi kendi başına gerçekleştirmekten kastın her eylemi insanın tek başına gerçekleştirmesi anlamına gelmediği vurgulanmalıdır. Psikolojinin, işlevsellik dışında gördüğü sapmaların uzmanlar tarafından giderilmesini içeren (Jeanne Marecek ve Rachel Hare-Mustin, 2012) klinik psikoloji-danışmanlık-terapi geleneğini düşündüğümüzde, kişinin özgürleşmesinin kendi başına olması gerektiğinin savunulmadığı düşünülebilir. Bununla birlikte Protestanlığın papazı gibi (bkz. Thompson, 2012: 449-451) psikolojinin terapisti de bir bireyin kendi kendini gerçekleştirmesi için ya da değişmesine yönelik müdahalede bulunan, yardımcı olan ama her zaman dışarıda olan ve karşısındakini yalıtılmış varsayan kişidir. Burada, bir ilişki içinde olma halinin vurgulandığı ve önemsendiği düşünülebilir ama anaakım psikoloji bu ilişkiyi bireye dair temel varsayımlarını koruyarak kurar; bir anlamda, ilişki de öteki de dışsaldır.
Ute Osterkamp (1999) psikolojinin, insanın doğasının asosyal olduğunu varsayan ideolojik tutumu benimsediğini söyler. Buna göre, insanlar doğaları gereği birbirinden dolayısıyla toplumdan kopukturlar. İnsan ve topluma (ve ötekilere) dair bu ikiliğin, bir yarık şeklini alması, insanın bulunduğu koşullar ve çevresi üzerindeki kontrolünü azaltmakta, onu değiştirmek için çaba göstermesini engellemektedir. Bununla paralel olarak da bu ideolojik varsayımın doğrudan bir sonucu, tersinden bir kontrolün, yani toplumsal koşulların insan üzerindeki kontrolünün, görmezden gelinerek gücünün arttırılmasıdır (Osterkamp, 1999: 383). Yani, nasıl ki Protestan ahlakına sahip işçi, Tanrı’nın inayetini kendi kendini disipline ederek ve düzenleyerek sağlıyorsa, psikolojinin insanı da sorunlarını kendi içine dönerek ve kendiyle meşgul olarak aşabilir. Weber’in, işçilerin isyanını görmezden gelerek, teorisini burjuva gözünden kurması, psikolojinin, bireyin toplumsal düzeni değiştirmek için ona isyan etmesini engelleme tutumuyla paralel düşünme biçimlerinin ürünü gibi gözükmektedir. Protestan etiğini benimsemiş patronun (bkz. Thompson, 2012: 438-439) kendi koyduğu normlara uymadığı için işçinin ahlakını sorgulaması gibi, psikolojinin insan doğasına dair varsayımları da, kişinin yaşadığı rahatsızlığı kişinin kendi yetersizliğine atfeder (Osterkamp, 1999: 381-382).
Çalışma ve Psikoloji İdeolojilerinde Akılcılık
Kapitalist çalışmanın ihtiyaç duyduğu başka bir ideolojik unsur da akılcılıktır; akılcılık Weber’e göre (2011) Protestanlığın -kendi deyimiyle Batı keşişliğinin- önemli bir özelliğidir. Bu keşişlik, kişinin doğal ve akıl dışı kabul edilen dürtü ve duygularının planlanmış bir iradeyle disipline edilmesi anlamına gelmektedir (Weber, 2011: 112). Kontrol altına alma ve kendini eğitme uğraşı, bir ibadet etkinliğidir. Bir önceki bölümde çalışma ahlakından bahsederken sözü geçen denetimin bir parçası, haz alma ve kayıtsızlığın, akıl yoluyla denetlenmesi ve insan hayatının düzenlenmesidir.
Thompson (2012) ise Protestanlığın bir mezhebi olan Methodizm’den bahsederken onun ikili özelliğini vurgular. Bir yanda, çalışmanın teknikleştirilmesi ve akılcılaştırılması söz konusuyken diğer yanda da duygusal patlamaların yaşandığı alan vardır. Duygusal patlamalar günah çıkarma törenleri ve ayinlerde yaşanır. Thompson’a göre, kötü çalışma koşulları ve alışılmadık, disiplinli ve katı çalışma düzeni dolayısıyla bastırılan duygusal enerji, bu törenlerde açığa çıkmaktadır. Methodizm’in bu özelliği akılcılığı yok saymak anlamına gelmez; bilakis burada onun varlığını pekiştiren bir karşıt yön vurgulanmaktadır. Bu başlık altında çalışma ahlakından psikoloji alanına geçmemize sıra gelmemiş olsa da hemen bir benzerliğe dikkat çekmek anlamlı olacaktır. Bu benzerliği psikolojinin akılcılığının da duygu patlamalarının meşru olarak yaşanabildiği bir alanı yaratıyor olmasında, örneğin terapi odasının bu alanı oluşturuyor olmasında bulabiliriz.
Bireyciliği ele alırken bahsettiğimiz doğa-insan ikiliği mantığının kurulduğu dönemin özelliklerinden biri insan aklına ve de bilme işine verilen önemdir (Meda, 2012). Elbette Batı düşüncesindeki akılcı ve ikici düşünme biçimleri tarihte ilk defa ortaya çıkmamakta, Antik Yunan’daki düşüncede kökünü bulmaktadır (Marcus Anthony, 2006: 27). Bununla birlikte geniş bir biçimde sahiplenilmesi ve egemenliğini ilan etmesi modern çağa rastlamaktadır. Buna göre kurulan Kartezyen ikiliklerden biri madde ile akıl arasındadır (Gulbenkian Komisyonu, 2009). Doğanın işleyişini anlamak ve bilme işini yapmak üzere ön plana çıkarılan özne “akıl”dır (Meda, 2012). Sohn-Rethel (2011: 135) modern pozitivist bilimin bu görüşünün, kapitalistin üretim sürecine dışarıdan bir “zihin” olarak bakıp, orada kendi kendine işleyen bir makine görmesiyle paralel olduğunu öne sürmektedir. Akılcılığın, kapitalist çalışma için gerekli olan iktisadi akılcılık olarak ifadesi, burada değineceğimiz temel konudur.
Gorz’a göre (2007: 138) sayma ve hesaplama iktisadi akılcığın başlangıç noktasıdır. Bu yolla bir üretimin getirileri, verim, çalışmanın miktarı, kazanç gibi unsurlar sayısallaştırılarak, tahmin ve kontrol edilebilir hale getirilir. Çalışma ve üretim içerisindeki duygular ve estetik nitelikler bu süreçten koparılır. Kapitalist çalışmanın en temel unsurlarından biri ortaya çıkan ürünün kişinin kendisi tarafından kullanılmak üzere değil, pazarda satılmak ve başkasın tarafından tüketilmek üzere üretilmiş olmasıdır. Bu bağlamda çalışmanın amacı insanın kendi ihtiyaçlarını karşılamak için üretmesi değil (kapitalist açısından) kâr sağlamaktır (Gorz, 2007:140-142). İşçi, kendi hissettiği ihtiyacı için değil, tâbi olduğu, onun dışarıda bırakılarak planlandığı bir süreç uğruna üretim yapar. Çalışmanın vazgeçilmez birer özelliği olan hesaplama ve verimliliği arttırmanın çalışanın doğal ihtiyaçlarıyla uyumlu olduğunu söylemek oldukça zordur. Burada yaşanan süreç, çalışandan bağımsız olarak bir akla ve düzenlemeye tabidir ve bu akıl da tüm süreçleri sayısallaştıran iktisadi akıldır. İktisadileşen ve akılsallaşan süreçlerden biri de insandır; insanlar da ölçülmeli, davranışları öngörülebilmeli ve programlanabilirlerdir (De Gaulejac, 2013).
İktisadi aklın başka bir özelliği, sınırsız bir azamileştirme eğilimi içerisinde olmasıdır (Gorz, 2007: 145). Bu, tam gün çalışmanın, sürekli çalışmanın meşrulaştırılması olarak vücut bulur. Weber’in çalıştıkça ahlakileşen Protestan işçisi gibi burada da ancak çalıştıkça var olan, kim olduğu da boş zamanı değil çalıştığı zamanla belirlenen insan vardır (Gorz, 2007: 151). İktisadi akıl, kişinin yaşamının işleyişini ve amacını onun için akılcı bir şekilde belirlemiş, değerli olanın para olduğunun mantıklı olduğu göstermiştir.
Bu akıl aynı zamanda kişiyi araçsallaştırır (Gorz, 2007: 156-159). Kişiyi, hesaplanan işlemleri uygulamaya koyan biridir. Bu işlem içerisine kişinin öznelliği de giremez, çünkü beklenen sonucun kesinliği garanti altına alınmak istenmektedir. Kişinin oldukça büyük bir işbölümü içerisinde bir parça olması ve makineleşmesi mantığına karşı De Gaulejac’ın (2013) güncel denetim biçimlerine dair bir fikrini bu noktada ifade etmekte fayda var. Gorz’un bahsettiği bu araçsallaşma ve akılsallaşma eğilimine belki de karşıt olarak değerlendirilebilecek argüman, De Gaulejac’a ait, güncel denetimin kişide duygusal boşluklar, özdeşimler ve arzular yaratarak –yani bu akıl yürütmede aklın karşısında konumlandırıldığı düşünülebilecek alana hitap ederek – kapitalist çalışmayı mümkün kıldığı görüşüdür. Buna göre, kişi “kendi” arzularını gerçekleştirmek üzere kapitalist çalışma içerisine girmektedir.
Bu iki görüşü iki farklı şekilde yan yana koymak mümkündür. İlk yol, bunlar arasında bir karşıtlık olduğunu düşünmektir. Karşıtlık şöyle kurulur: Birinci görüş, kapitalist çalışmanın bireyi ihtiyaç ve hislerinden kopararak iktisadi ve dışarıda olan bir aklın hizmetine alıyor olarak sunmaktadır (Gorz, 2007); ikinci görüş de buna zıt olarak, insanın özneliğinin sömürgeleştirildiğini ve bu öznellik dolayımında insanın iş ilişkisine girdiğini söylemektedir (De Gaulejac, 2013). Öte yandan bu iki görüşü yan yana koymanın ikinci yolu da iki sürecin birlikte işlediğini varsaymaktır. Bu görüş bunların farklı yer ve zamanlarda farklı derecelerde var olduğunu da içerebilmekle birlikte, temelde şu görüş etrafında bir araya gelebilir: Tüm arzular, niceliğe, rasyonelliğe, açıklanabilir olana dair ihtiyaçlara çevrilir, ölçülebildiği için arzu olmaktan çıkar (Bouilloud ve Guienne, 1999 akt. De Gaulejac, 2013). Bu cümle aslında hem özneliği yok eden bir akılsallaştırma hem de aynı zamanda özneliği kuran bir sömürgeleştirmeyi aynı anda, birbirine yaslanıyor olarak sunmaktadır. Bu açıdan da önemli bir katkıdır. Burası bu katkıların açılması için uygun bir yer olmamakla birlikte, iki yönlü bir düşünme biçimini, hiç değilse rastlandığı durumda gözden kaçmaması için bu şekilde öne çıkarmak önemli gözükmektedir. Şimdi konumuza başlık altında akıl, planlama, sayısallaşma ve hesaplamayı ön plana alan düşünme biçiminin psikolojideki yerine bakarak devam edelim.
Anaakım psikoloji, pozitivisttir. Ona göre, incelenecek nesneler onu inceleyecek olanlardan bağımsız olarak vardırlar, nicelleştirilebilir, tarafsız ölçüm araçları tarafından ölçülebilirler (Wendy Stainton Rogers, 2012). Aynı zamanda birbirinden ayrı olarak var olan ve gözlenebilen olguların tabi olduğu yasalar bulunabilir. Gözlemci, çeşitli yollarla varsaydığı gerçeği araştırır. Sonuçta ortaya psikolojik işleyişin soyut, genel ve evrensel ilkeleri ve yasaları çıkarılır (Sampson, 1978). Bunlar, doğa bilimleri insan bilimleri ayrımlaşmasında doğa bilimlerinden taraf olan, insanlara ve sosyal olgulara doğal olaylar olarak bakan anaakım psikolojinin temel varsayımlarıdır. Psikoloji disiplinin akılcılığını burada buluruz. Rose (1990), psikolojinin toplumsal işlevinden ve öznenin kurulmasındaki rolünden bahsederken, onun insanları devletin anlayabileceği ve de yönetilebilir kılacak bir dile çevirmesinin öneminden bahseder. Psikoloji, insanın öznelliğini, kategoriler ve sayılar yoluyla, karşılaştırılabilir ve ortak bir dile çevirir. Bu kategoriler ve sayılar, belli ölçüm araçlarını beraberinde getirir ve de bu yolla ölçülen parçaların istenen düzeye gelmesi veya istenen düzeye gelemiyorsa, kişinin kapatılması sağlanır. Bu işlemler bahsedildiği gibi sayısallaştırmaya, hesaplamaya ve istatistiğe ve öznelliğin dışında kalan bir akılcılığa işaret etmektedir. Buradaki nesnelleştirme, işletme ideolojisinin temel özelliklerindendir (De Gaulejac, 2013: 57-58). Bu bağlamda iktisadi aklın temel özelliğinin psikoloji tarafından da benimsendiğini görürüz.
Gorz’un (2007) iktisadi akılcılaştırma çerçevesinde ifade ettiği, insanın teknikleştirilmesi ve mekanikleştirilmesi mantığı, anaakım psikolojinin tümünün olmasa da önemli derecede kabul edilen bir bölümünün varsayımlarıyla örtüşmektedir. İnsanın bir makineye veya insan zihninin bir bilgisayara benzetildiği modeller, araçsallaştırma mantığına paralel olarak insanın öznelliğini, eyleme ve eylem üzerine düşünme etkinliklerini ondan kopararak onu belli uyaranlara göre, belli bir mantıkla işleyen teknik bir araç olarak görür (Thomas Teo, 2012). Psikoloji de işletme ideolojisi ya da iktisadi akıl da, nesnelleştirme iddiasıyla kendilerine tanımlayabilecekleri ve kontrol edebilecekleri nesneler, özneler ve alanlar yaratırlar. Bu olurken bir yandan da sayısallaştırmanın ve ölçmenin egemenliği ve tarafsızlık iddiası bu kontrolü meşru kılmaktadır (De Gaulejac, 2013).
19. yüzyılın sonunda psikoloji alanının ilk bilimsel araştırmaları olarak anılabilecek araştırmalar insan zihnine dair mekanik ve atomist bir anlayışla yapılan bilinç araştırmalarıdır (Anthony, 2006: 34-35). İnsan rasyonelliği üzerine yapılan bu araştırmalar psikoloji içindeki bilişsel akımların hattını oluştururken diğer bir yanda “zihnin içine” bakmayı değil insanın sadece görünebilir olan eylemlerini yani davranışı inceleyen bir akım olarak davranışçılık oraya çıkmıştır (Anthony, 2006: 35). Aslında farklı bir paradigma olarak ortaya çıktığı savunulan bu yaklaşım, insana dair sunulan mekanik paradigmanın önemli bir taşıyıcısı ve kusursuz bir örneğidir. İki yönelim de işlevsellik, ölçülebilirlik, planlı akılcılık gibi iktisadi akılcılığın temel özelliklerini taşımaktadır ve pozitivisttir. Bu iki akımın Bilişsel Davranışçı Terapi’de (Judith S. Beck, 2001) birbirine katılmasını kolaylaştıran da, bu terapi yaklaşımını Batı’da çeşitli psikiyatrik rahatsızlıklarla günden güne daha çok kullanılan ve üzerine daha fazla araştırma yapılan yaklaşım (Aaron T. Beck, 1997; Andrew C. Butler vd., 2005) yapan da bu özellikleridir.
Psikoloji disiplini birçok alt alana sahip olmakla birlikte insan yaşamına doğrudan müdahale eden ve sağlık alanı içerisinde değerlendirilen klinik psikoloji alanında akılcılığa ve işlevselliğe verilen önem dikkat çekicidir. Bilişsel davranışçı terapilerdeki aklın duygular üzerindeki gücü ve kontrolü, Thompson’un (2012) bahsettiği, duygu ve dürtülerin kapitalistin akılcılığı ve disipliniyle kontrol altına alındığı Protestan aklını; Gorz’un (2007) işçinin ihtiyaçlarından, işin yarattığı duygulardan uzak, onları yöneten onun dışındaki iktisadi aklı; De Gaulejac’ın (2013) insan özneliğini ölçmeye, sayısallaştırmaya ve planlamaya indirgeyen işletme ideolojisiyle bariz paralellikler taşımaktadır.
Modern psikoloji disiplininin 19. yüzyıl sonunda kuruluşunu takiben 20. yüzyılın başında gelişen endüstriyel/örgütsel (E/Ö) psikoloji de kullandığı pozitivist yöntemler ve taşıdığı akılcı varsayımlar dolayısıyla önemli bir örnektir. Braverman (2008: 107) Taylorizmin Bilimsel Yönetim prensiplerinin emek sürecinin düzenlenmesinde yaygın bir şekilde kullanılır hale geldiği ve üretim ve insanın parçalara ayrılarak denetlendiği bir dönemde, endüstriyel psikolojinin de bir makine olarak insanın bakımını yaptığını söyler. Bu şekilde doğrudan kapitalist çalışma ve emek süreciyle ilişkisi kurulan, psikoloji biliminin bir alt alanı olarak endüstriyel psikolojinin “bakım” işlevine ek olarak, test etme, eleme, seçme, motive etme, yönlendirme, vb. gibi işlevler de gördüğü söylenebilir (Frank J. Landy, 1997). 1924 ve 1932 seneleri arasında Hawthrone Works adlı bir fabrikada yapılan deneyler (Elton Mayo: 1949), endüstriyel psikolojinin temel bilgileri arasında yer alır ve pozitivist yaklaşımıyla öne çıkan bir örnektir (6). Bu çalışmalarda ışıklandırma, mola süresi, molada verilen yemekler, ücretlendirme, vb. gibi birçok değişken belirlenmiş ve bu değişkenlerin verimlilikle olan ilişkiler anlaşılmaya çalışılmıştır. Mayo’ya göre (1949) bir işletmenin yönetiminde odaklanılması gerekenler, bir ürüne bilim ve teknik becerinin uygulanması, işlemlerin sistematik bir şekilde düzenlenmesi ve takım çalışmasının düzenlenmesidir. Bunların ilk ikisi etkililiğin artması için dikkate alınması gereken bileşenlerken, üçüncüsü verimliliğe yöneliktir. Bu mantığa göre verimlilik de doğrudan farklı değişkenlerin tespit edilmesi ve yönetilmesiyle bağlantılıdır. Endüstriyle psikoloji için yöntemsel olarak önemli bir referans noktası olan bu deneyler, psikolojinin emek sürecinin denetimiyle ilişkisi ve pozitivist bakış açısına önemli bir örnek teşkil etmektedir. Elbette endüstriyel psikolojinin özellikle emek süreçlerindeki değişimlerle ve eleştirel tartışmaların etkisiyle bu bakış açılarıyla ilişkisini ne kadar koruduğu sorulabilir. Bu noktada bu metinde De Gaulejac’ın yönetişim metotları olarak dikkat çektiği sayısallaştırma, ölçme, seçme ve planlamanın güncel modeller olduğunu hatırlamamız önemlidir çünkü bu bize 20. yüzyılın başında ön plana çıkan varsayım ve yöntemlerle, yüz yıl sonrasındakilerin paralelliğini gösterir.
Bitirirken: Çalışma ve Psikoloji İlişkisine Hegemonya Kavramıyla Yaklaşmak
Buraya kadar yaptığımız, kapitalist çalışma ideolojisinin iki temel unsuru olarak kabul edilebilecek bireycilik ve akılcılığı ele alıp, bunların anaakım psikolojinin de temel düşünme biçimlerini oluşturduğunu göstermek oldu. Kapitalizmin yalıtılmış birey algısının her ikisi açısından temel birer varsayım olduğunu, akla, nesnelliğe ve planlamaya verilen önemin her ikisinde de oynadığı rolü gördük. Metnin başında yola çıktığımız nokta, üretim ilişkilerinin sürdürülmesinde, psikolojinin kapitalist çalışma ideolojisini destekleyerek nasıl bir rol oynadığını araştırmaktı. Soruya bir cevap olarak, psikolojinin sahip olduğu bireyci ve akılcı yönelimle, birey ve toplumun kurulmasına kurucu rol alarak, kapitalist çalışma ideolojisinin sürdürülmesine katkıda bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu katkı da, kapitalist üretim ilişkilerinin sürdürülmesine psikolojinin özgün katkılarından birini gösteren bir örnektir. Bu noktada kapitalist üretime içkin bireycilik ve akılcılık varsayımlarının bir toplumsal ilişkiler sistemi olan üretim ilişkileri ve özelde de psikoloji disiplininde nasıl egemen hale geldiği meselesi ele alınarak metin tamamlanacaktır.
Gramsci’nin hegemonya kavramı, bize bu varsayımların egemenliğinin açıklanması için iyi bir çerçeve sağlamaktadır. Ona göre hegemonya, egemen olan üretim biçimi üzerinde temellenen ve egemen sınıfın kültürel, ahlaki ve ideolojik liderliğini ifade eden bir kavramdır (David Forgacs, 2010). Hegemonya yoluyla egemen sınıfların sistemin yeniden üretilmesi için ihtiyaç duyduğu fikirler ve varsayımlar diğer sınıflar üzerinde düşünsel ve ahlaki egemenliğini kurar (Gramsci, 2007). Forgacs (2010: 506-508) buradaki tartışma açısından önemli olan iki noktaya dikkat çeker. Bunlardan birincisi, hegemonya sadece kültürel ya da ideolojik alan olarak tanımlanan alana ait bir olgu değil, üretimin maddi iktisadi niteliğini de taşır. Burada, “kültür”ün “ekonomik” belirleniminden bahsedilmemekte ve böyle bir belirlenim, Gramsci’nin mantığına uygun gözükmemektedir. Gramsci (2007) burada tercih edilenden farklı olarak yapı ve üstyapı kavramlarını kullanmakla birlikte, ekonomist anlayışa karşı mücadelesini sürdürür ve bunların birliğine işaret eden tarihsel blok kavramını önerir. Burada anlatılmak istenen tam da yazının başında belirttiğimiz üretim ilişkilerinin bütünsel ve parçalanamaz özelliğidir. İster “altyapı” ister “üstyapı”yı öncelikli olarak tanımlasın, bu şekilde bir yapılaştırma ve parçalara ayırma bu yazının üzerinde temellendiği düşünme mantığına uygun gözükmemektedir. Gramsci (2007) hegemonyayı etik-politik olarak tanımlarken, onun aynı zamanda iktisadi olduğunu, organik iktisadi gereklilikten çıktığını da vurgular. Bu düşünme biçimi Wood’dan aktardığımızla temel bir paralellik taşır ve bir bütünselliğe ve ayrılamazlığa vurgu yapar. Hegemonya kavramının devreye girmesi de, üretim ilişkilerinin etki gösterdiği güç alanını tarihsel aktörler –sınıflar- bazında, dünyadan bağımsız ve soyutlanmış yapılara değil ilişkisel ve çatışmalı bir toplumsal gerçekliğe oturtur. Egemen sınıflar, kendi kültürel/ideolojik varsayımlarının egemen kılınmasında etkin bir taraftırlar ve bu bağlamda bireycilik ve akılcılık bu sınıfların egemenleştirmek için mücadele ettiği varsayım kümelerdir.
Forgacs, bu yönde, hegemonyanın, “egemen ideoloji” anlamına gelmediğini vurgular. Dikkatimizi çektiği şey, hegemonyanın, “egemen ideoloji” kavrayışının çağrıştırdığı gibi statik, total ve de uygulandığı kişileri pasifleştiren bir kullanıma sahip olmadığıdır. Hegemonya, rızasını ürettiği toplumsal sınıfların çıkarlarını ve düşünce biçimlerini aktif bir şekilde kendi içine katarak oluşur (Forgacs, 2010). Bu bağlamda, hegemonya dışarıdan dayatılan değil, ezilenin de bir şekilde kendi içine katıldığı bir egemenlik biçimidir ve bunun bizim açımızdan iki önemi vardır. Birincisi kurguladığımız iki ideolojik alanın öznelerinin bu ideolojiye nasıl katıldığı üzerinde durulması gereken bir konudur. Bireycilik ve akılcılık, emekçilere dışarıdan dayatılan ideolojik pozisyonlar olmalarından öte, emekçilerin hayatlarına bir şekilde dokunan, onları bir yerden yakalayan kabuller olmalı ki varlıkları kendini sürdürebilsin. Thompson (2012) bu nedenle Protestanlığın işçi sınıfı açısından neler sunduğunu ve neden bu düşünme biçimini benimsediğini vurgulayarak tartışmış, De Gaulejac (2013) işletme ideolojisinin nasıl bir şekilde öznenin arzularını kurarak aktif katılımını sağladığını vurgulamıştır. Gramsci'ye göre (2010) her hegemonya, eşit bir denge durumu söz konusu olmasa da iki tarafın da hem öğrenci hem de öğretmen olduğu pedagojik bir ilişkidir. Forgacs’ın bu vurgusunun ikinci önemi de şudur: Hegemonya mantığı, sınıflar mücadelesine, sınıf kültürüne ve karşı hegemonyaya alan açmaktadır.
Bu yazı, çalışma ideolojisini ve psikoloji ideolojisinin bunu sürdürmekteki rolünü ele alırken aslında bir teşhir faaliyeti yürütmeyi amaçlamaktadır. Bu teşhir, kapitalist çalışmanın ihtiyaç duyduğu egemen varsayımların anaakım psikoloji tarafından nasıl taşındığını ve bu yolla birey ve toplumun oluşumuna (psikoloji yoluyla) nasıl sokulduğunu incelemeyi içermektedir. Karşı bir hegemonya oluşturmanın bir yönünün bu faaliyet olduğu düşünülebilir. Bununla birlikte, hegemonya kavramının bize önerdiği bundan fazlasıdır. O, kendi içinde ezilenlerin deneyiminden ve çıkarlarından da unsurlar taşır. Aynı zamanda da egemen varsayımlar kendilerine yönelik direniş potansiyellerini ve sınıf hareketliliklerini dışla(ya)mazlar. Kapitalist üretim faaliyetinin total bir kapsayıcılığa sahip olmamasının ve ötekinin eylemine de bir alan olmasının nedeni budur. Böyle düşünmek; çalışmada, insanın direnen yaratıcı faaliyetini, direnme becerilerini, var olma stratejilerini görebilmek ve bunların bireycilik ve akılcılığa karşı –henüz örgütlenmemiş olsa bile- varlıklarından söz etmeyi; psikoloji disiplinin içinde ikiliklerin kaldırılmasının, insanın özneleştirilmesinin, bireycilik ve akılcılığa karşı yaratıcı ve direngen bir ilişkiselliğin bilgisini aramayı mümkün ve gerekli kılar. Elbette bu meşakkatli işler, salt bir teşhir faaliyetinden öte nitellik taşıyan bir bilgi kurma çabasını gerektirir. Bireyci ve akılcı çalışmayı sürdüren Protestan ahlakının, sahip olduğu eşitlik anlayışıyla direnişin unsurlarını oluşturmasını anlatan Thompson (2012); insanı yalıtık ve ölçülebilir olarak ele alan psikolojiyi, özneyi deneyimiyle ele almak için kullanan Richard Sennet (2013), Christophe Dejours (2010), Martin-Baro (1996) böyle bir mantıkla hareket ediyor gibi gözükmektedir. Ancak böyle bir karşı hegemonik bakış ve eylem bu metin gibi metinlerin anlamlı olmasını sağlayacaktır.
Dipnotlar:
1. Metinde geçen psikoloji kavramını, anaakım psikoloji olarak okumak daha doğru olacaktır. Psikoloji disiplini tarihi içerisinde birçok farklı yöntem ve yaklaşımı içinde barındırmıştır. Bu anlamıyla tek bir psikoloji yoktur. Bununla birlikte anaakım psikoloji kavramı, psikoloji disiplinin tarihini, bugününü ve birçok farklı yaklaşımı kesen gelenekselleşmiş ve onun toplumsal tarihsel kökleriyle birebir ilişkili varsayımlar kümesini tarif etmektedir.
2. Psikolojinin temel varsayımlarına yönelik eleştirel yaklaşımların uzun bir listesi yapılabilir. Kant’ın, doğa bilimci yaklaşımın ve insan bilimci yaklaşımın gözünden psikolojinin eleştirilerinin ve psikolojinin toplumsal iktidar ilişkileriyle bağlarını da doğrudan sorgulayan Marksist, feminist, postmodern ve postkolonyal kuramların bir arada bulunabileceği bir kaynak olarak bkz. Thomas Teo, 2005.
3. İçinde bulunduğumuz düzende tek çalışma biçimi bir işyerinde bağımlı çalışma değildir; bağımlı çalışma biçimleri işin niteliğine farklılık gösteren mekânsal bağlamlara sahip olabildiği gibi, işyerinde çalışma da farklı bağımlılık düzeylerinde gerçekleşebilmektedir. Bu metnin sınırlarının, temel aldığı yazında örnek alınan, işyerinde bağımlı çalışma tanımıyla sınırlandığını düşünmek mantıklı gözükmektedir. En azından burada yer alan iddiaları başka çalışma biçimlerine doğru genişletmek için buradakilere eklenecek sistemli temellendirmelere ihtiyaç olacaktır. Patriarkal düzenin çalışma olarak görmediği kadının ev içi emeği, mevcut görmezden gelme edimini tekrarlamak amacıyla değil, ideolojisinin incelenmesi daha farklı ve ayrıntılı bir şekilde yapılması gerektiği için bu metnin kapsamının dışında bırakılmıştır (tartışmalar için bkz. Gülnur Acar-Savran & Nesrin Tura Demiryontan, 2008). Aynı zamanda yabancılaşmış çalışma dışında insanın yaratıcı bir faaliyeti olarak çalışmanın da mümkün olduğu düşünülebilir ve günümüzde bu tip bir çalışma da insanların hayatının bir parçası olabilmektedir (tartışmalar için bkz. Dominique Meda, 2012).
4. Metinde kullanılan “öznellik” kelimesinin “nesnellik” kavramının karşıtı olarak kullanılmadığını özellikle vurgulamalıyım. Kavramı, böyle pozitivist bir ikiliğin bir tarafı olarak kullanmak yerine, kişiye ait deneyim alanını ifade etmek için kullanıyorum. Bununla birlikte bu alanın sınırlarının olup olmadığı tartışmasına dair bir yargıda bulunmuyorum. İkiliğin nasıl kurulduğu ve nasıl bozulabileceğine dair önemli bir tartışma için bkz. Graham Taylor, 2011.
5. Psikoloji tarihi içerisinde belli dönem ve yerlerde yaygın ilgi görmüş olan, aynı zamanda akılcı ve bireyci kurguları karşısına alan akımlar da vardır. Klasik Psikanaliz ve onu takip eden psikanalitik ekollerin bireyin irrasyonelliği ve ilişkiselliğini farklı derecelerde ön plana çıkararak bu varsayımları sorguladığı düşünülebilir (örn. bkz. Sigmund Freud, 2006; Melanie Klein, 2008; Heinz Kohut, 2000). Varoluşçu ve hümanist akımlar da bireyin yalıtılmışlığı, pozitivizm ve akılcılığa karşıt görüşler taşımaktadır (örn. bkz. Viktor Frankl 2002; Carl Rogers, 1961). Bununla birlikte bu yaklaşımların günümüzde psikoloji içerisinde anaakımlaştığını söylemek mümkün değildir. Bunların popülerlik sahibi olduğu dönem ve yerlerde hangi özellikleriyle ve nasıl koşullar içinde ön plana çıktığı ve günümüze gelirken terapi ve çalışmaya dair yaklaşımlarda neden anaakım hale gelmediğinin tartışılması, kapitalizm ve psikoloji ilişkisini anlamak açısından önemli gözükmektedir. Bu yazıda bu tartışmalara girilmemiş, ideolojik paralleliğin temel noktalarına değinmekle yetinilmiştir.
6. Bu konuya yer veren kaynaklarda bu dönemde yapılan deneylerin hangilerinin, ne sıklıkla yer aldığı, bu kaynaklarda nasıl tanımlar kullanıldığı, değişkenlerin ve sonuçların nasıl ele alındığı üzerine bir çalışma için bkz. Ryan Olson vd., 2004.
Kaynakça
Acar-Savran G. ve N. T. Demiryontan (2008) Kadının Görünmeyen Emeği, İstanbul: Yordam.
Anthony, M. (2006) A Genealogy of the Western Rationalist Hegemony, Journal of Futures Studies, 10(4): 25-38.
Beck, A. T. (1997) The Past and Future of Cognitive Therapy, Journal of Psychotherapy Practice and Research, 6: 276-284.
Beck, J. S. (2001) Bilişsel Terapi: Temel İlkeler ve Ötesi, çev. N. H. Şahin, Ankara: Türk Psikologlar Derneği.
Braverman, H. (2008) Emek ve Tekelci Sermaye: Yirminci Yüzyılda Çalışmanın Değersizleşmesi, çev. Ç. Çidamlı, İstanbul: Kalkedon.
Bullock, E. B. ve L. M. Limbert (2012) “Sınıf”, Fox, D., I. Prilletensky ve S. Austin (der.), Eleştirel Psikoloji içinde, der. Sevinç, G. K., İ. Demirok ve B. Gürsel, İstanbul: Ayrıntı, 285-305.
Butler, A. C., J. E. Chapman, E. M. Forman ve A. T. Beck (2005) The Empirical Status of Cognitive-Behaviour Therapy: A Review of Meta-Analyses, Clinical Psychology Reviews, 26: 17-31.
Dejours, C. (2010) “Etik Acı, Ruhsal Acı, Acıların İnsanı”, der. S. İdemen, http://www.bianet.org/biamag/emek/119480-etik-aci-ruhsal-aci-acilarin-insani, indirilme tarihi: 20 Aralık 2013.
Forgacs, D. (2010) Gramsci Kitabı: Seçme Yazılar 1916-1935, çev. İ. Yıldız, Ankara: Dipnot.
Freud, S. (2006) Totem and Taboo: Some Points of Agreement Between the Mental Lives of Savages and Neurotics, Londra: Routlegde.
Fox, D., I. Prilletensky ve S. Austin (2012) “Toplumsal Adalet için Eleştirel Psikoloji: Meseleler ve İkilemler”, Fox, D., I. Prilletensky ve S. Austin (der.), Eleştirel Psikoloji içinde, der. Sevinç, G. K., İ. Demirok ve B. Gürsel, İstanbul: Ayrıntı, 31-51.
Frankel, B. (2002) Existential Issues in Group Psychotherapy, International Journal of Group Psychotherapy, 52(2): 215-231.
De Gaulejac, V. (2013) İşletme Hastalığına Tutulmuş Toplum, çev. Ö. Erbek, İstanbul: Ayrıntı.
Gorz, A. (2007) İktisadi Aklın Eleştirisi, çev. I. Ergüden, İstanbul: Ayrıntı.
Gramsci, A. (2007) Hapishane Defterleri: Felsefe ve Politika Sorunları – Seçmeler, çev. A. Cemgil, İstanbul: Belge.
Gulbenkian Komisyonu (2009) Sosyal Bilimleri Açın: Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Rapor, çev. Ş. Tekeli, İstanbul: Metis.
Klein, M. (2008) Haset ve Şükran, çev. O. Koçak ve Y. Erten, İstanbul: Ayrıntı.
Kohut, H. (2000) Kendiliğin Çözümlenmesi, çev. C. Atbaşoğlu, İstanbul: Metis.
Landy, F. J. (1997) Early Influences on the Development of Industrial and Organizational Psychology, Journal of Applied Psychology, 82(4): 467-477.
Martin-Baro, I. (1996) “The Role of the Psychologist”, Aron, A. ve S. Corne (der.), Writings for a Liberation Psychology içinde, Londra: Harvard University, 33-46.
Mayo, E. (1949) “Hawthorne and the Western Electric Company”, The Social Problems of An Industrial Civilisation içinde, Londra: Routledge.
Meda, D. (2012) Emek: Kaybolma Yolunda Bir Değer mi?, çev. I. Ergüden, İstanbul: İletişim.
Miller, P., ve N. Rose (1988) The Tavistock Programme: The Government of Subjectivity and Social Life, Sociology, 22(2): 171-192.
Olson, R., J. Verley, L. Santos ve C. S. Santa (2004) What We Teach Students About the Hawthorne Studies: A Review of Content Within a Sample of Introductory I-O and OB Textbooks, The Industrial-Organizational Psychologist, 41(3): 23-39.
Osterkamp, U. (1999) On Psychology, Ideology and Individual’s Societal Nature, Theory and Psychology, 9(3): 379-392.
Özuğurlu, M. (2002) Sınıf Çözümlemesinin Temel Sorunsalları, Praksis, 8:29-50.
Prilletensky, I. (1989) Psychology and the Status Quo, American Psychologist, 44(5): 795-802.
Rogers, C (1961) On Becoming a Person: A Therapist's View of Psychotherapy. Londra: Constable.
Rogers, W. S. (2012) “Araştırma Yöntemleri”, Fox, D., I. Prilletensky ve S. Austin (der.), Eleştirel Psikoloji içinde, der. Sevinç, G. K., İ. Demirok ve B. Gürsel, İstanbul: Ayrıntı, 31-51.
Rose, N. (1990) “Psychology as a “Social” Science” Parker, I. ve J. Shotter (der.), Deconstructing Social Psychology içinde, der. I. Parker ve J. Shotter (der.) Londra: Routledge.
Sampson, E. E. (1977) Psychology and the American Ideal, Journal of Personality and Social Psychology, 35(11): 767-782.
Sampson, E. E. (1978) Scientific Paradigms and Social Values: Wanted – A scientific revoluiton, Journal of Personality and Social Psychology, 36(11): 1332-1343.
Sennet, R. (2013) Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerine Etkileri, çev. B. Yıldırım, İstanbul: Ayrıntı.
Sloan, T. (2012) “Kuram Yapmak”, Fox, D., I. Prilletensky ve S. Austin (der.), Eleştirel Psikoloji içinde, der. Sevinç, G. K., İ. Demirok ve B. Gürsel, İstanbul: Ayrıntı, 411-431.
Sohn-Rethel, A. (2011) Zihin Emeği Kol Emeği: Epistemoloji Eleştirisi, çev. A. D. Temiz, İstanbul: Metis.
Taylor, G. (2006) “Emek ve Öznellik: İşçi Sınıfı Bilincinin Sınırlarını Yeniden Düşünmek”, Dinnerstein, A. C. Ve M. Neary (der.), Emek Tartışması: Kapitalist İşin Teorisi ve Gerçekliğine Dair Bir İnceleme içinde, çev. Ö. Yalçın, İstanbul: Otonom, 135-159.
Teo T. (2005) The Critique of Psychology: From Kant to Postcolonial Theory, NY: Springer.
Teo, T. (2012) “Eleştirel Psikolojide Felsefi Meseleler” Fox, D., I. Prilletensky ve S. Austin (der.), Eleştirel Psikoloji içinde, der. Sevinç, G. K., İ. Demirok ve B. Gürsel, İstanbul: Ayrıntı, 73-93.
Thompson, E. P. (2012) “Haçın Dönüştürme Gücü”, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu içinde, çev. U. Kocabaşoğlu, İstanbul: Birikim, 429-458.
Weber, M. (2011) Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, çev. M. Köktürk, Ankara: Bilgesu.
Weeks, K. (2014) Çalışma Sorunu: Feminizm, Marksizm, Çalışma Karşıtı Politika ve Çalışma Sonrası Tahayüller, çev. T. Tosun, İstanbul: Ayrıntı.
Wood, E. M. (2008a) “Altyapı ve Üstyapının Yeniden Değerlendirilmesi”, Kapitalizm Demokrasiye Karşı: Tarihsel Maddeciliğin Yeniden Yorumlanması içinde, çev. Ş. Artan, İstanbul: Yordam, 65-94.
Wood, E. M. (2008b) “Kapitalizmde ‘İktisadi’ ile ‘Siyasi’nin Birbirinden Ayrılması”, Kapitalizm Demokrasiye Karşı: Tarihsel Maddeciliğin Yeniden Yorumlanması içinde, çev. Ş. Artan, İstanbul: Yordam, 35-64.
Wood, E., M. (2008c) “Tarih mi Teleoloji mi? Marx’a Karşı Weber”, Kapitalizm Demokrasiye Karşı: Tarihsel Maddeciliğin Yeniden Yorumlanması içinde, çev. Ş. Artan, İstanbul: Yordam, 176-210.