TODAP üyesi Burcu Çolak'ın Güncel Hukuk Dergisi Nisan Sayısında yayınlanan Mahpus Damlarının İnşası başlıklı yazısını aşağıda bulabilirsiniz.
MAHPUS DAMLARININ İNŞASI
Burcu Çolak
Mahpusluk kavramsal olarak birçok duyguya gönderme yapmaktadır. Bu duygular çoğu kez öyle derindir ki, neredeyse insanın var olduğu günden beri mahpusluğun da olduğu çağrışımına yol açar. Oysa mahpusluk tarihi, bir kapatılma tarihi olarak okunduğunda insan için yakın döneme tekabül eder: o kadar yakın döneme tekabül eder ki, daha dün gibidir. Ve bu dün gibi olan şey, aslında, bir keşiftir ve bu keşfin mucitleri Protestanlardır.
Modern ulus devletlerin inşası ile hapishanelerin hem keşfi hem yaygınlaşması paralel zamanlara denk gelir. Hapishanelerin kurumsallaşması kapitalizmin doğuşuna ve haksız ekonomik sistemi ideolojik ve dini tabularla örterek toplumu kontrol altına alma süreciyle örtüşür. “Tüm yurttaşların devleti” olmayım vadeden modern ulus devlet, bu vaadini gerçekleştiremeyince, kendisine karşı muhalif olan kitlelerin ne olacağını sorunsallaştırır ve çarkın dışına çıkanların sayısı arttıkça da bunların kapatılması için daha köklü hal çareleri arar ve bu süreçte, hapishanelerdeki mahkum sayısı, hapishane sayısı büyük bir hızla çoğalır. Protestanlar hapishaneyi başta şu fikir üzerine inşa ederler: Suçluları alıp tek başına hapsedersek, suçlu vicdanıyla baş başa kalır ve sonunda buradan normal bir vatandaş olarak çıkar.
“Suçun” bağlamsal boyutuna bakılmayan, hızla tektip, itaat eden insan yaratılmasına odaklanılan bir dönem bu. Ve bu bakış açısı uzun süre Avrupa hapishanelerinde kullanılıyor. Ne var ki, Avrupa hapishanelerinde uzun süre tecritin uygulandığı dönemde, tecritin insanların akıl sağlığına koğuş yaşantısından çok daha fazla zarar verdiği ve üstelik hapishanenin suçtan alıkoyma konusunda caydırıcı olmadığı görülüyor. Ancak hapishane fikri halen dünyada devam ediyor. Ancak, Avrupa’da 1800lerde tecrit uygulaması azalıyor. Türkiye’de ise özellikle politik tutsaklar için tecrit uygulamaları derinleştirilerek uygulanmaya 1999’da başlanıyor. Bir anlamda eskinin özel statülü hücre cezası tüm tutsaklar için uygulanabilir hale getiriliyor.
1870’de sanayileşme ile birlikte kırsaldan şehre göç eden, asgari düzeyde yaşamını idame ettirmek durumunda kalan insanlar çoğaldıkça derinleşen yoksulluk, özellikle çocuklarda “adaptif olmayan” davranışlara yol açıyor. Bu çocukların toplum için zararlı olduğuna kanaat getiren dönemin iktidar odakları çocukları sokaklarda toplayarak hapishaneye kapatıyor. Islah edilmeleri için başlarına öğretmen konsa da çocuklar hapsediliyor. Böylece çocuk hapishaneleri doğuyor. Ancak kapitalist modernite, kendi yarattığı sorunların çözümü için bulduğu bütün yoların tıkandığı bir sistemin yaratıcısı olduğunda, sokaklarda toplanılıp hapishaneye kapatılan çocuklar için hapishane bir “ıslah” alanı olmuyor; yeni sorunların kaynağı oluyor. Bu yeni sorunların çözülmesi için yapılan yeni yasal düzenlemeler yeni suç tanımlarını gündemleştiriyor. Çocukların da bu suç-ceza yasaları içine kondukları, toplumsal suç kavramı giderek genişliyor. Neoliberalizmde kişisel yozlaşma olarak tanımlanan, postmodernite yaklaşımlarla aşılmaya çalışılan bu durum aslında toplumsal denetimin sınırlarını aşmasını ve kapitalizm sonucu toplumsal yabancılaşmayı derinleştiriyor. Sonuç dolup taşan hapishaneler ve hapishaneye girme yaşının düşüşü oluyor. Bütün insanlar ve toplum için zararlı olan hapishaneler henüz kısıtlı baş etme becerilerine, kaynaklara ve deneyime sahip çocuklarda çok daha yıkıcı sonuçlara yol açıyor.
Hapishane İçinde Çocuk Olmak.
Hapishane aslında iktidarın insanları kontrol altına alma, dönüştürme misyonunun uygulama yeri. Hapishane demek, bireyin adaletsiz sisteme yeniden uyumunun sağlanması, uyum sağlamazsa yeniden hapishaneye konulması, yani sorunları değil, sorunun sonuçları olan bireyin “düzeltilmesi” amacıyla sistemin meşrulaştırılması, yeniden üretilmesi demektir. Şiddet üreten toplumun bireyleri şiddet uyguladığında yeni bir şiddet ortamı olan hapishanelerin çözüm olarak görülmesi olsa olsa şiddeti görünür kılmaktan uzaklaşmak: şiddeti kapalı kapılar içinde devlet eliyle yeniden üretmektir. Bu durum sadece “adli suçlar için” değil, sistem eleştirisine yönelen “düşüncenin suç” ilan edildiği durumlar için de geçerlidir. Hapishaneye girecek kadar inançla savunulan düşünceleri hapishanelerde “ehlileştirmek” imkanı bulamayan iktidar, giderek “düşünceyi suç olmaktan” çıkarmış ama düşüncelerini eyleme koymak isteyenleri “örgütlü suçlar” kapsamında yeniden hapsetmeye yönelmiştir: Düşünce suçu yerini terörizm kavramına bırakmış; iktidarın “insan öldürme meşruiyetine” karşı “iktidara karşı savaş” önerenleri terörist ilan edip hapsetmiştir. Bununla da yetinmemiş, Türkiye uygulamalarında olduğu gibi, içerde güçlenen sistem karşıtı fikirlerin etkisini kırmak ve bireyi yalnızlaştırarak “çökertmek” için “yalıtılmış hücreler”/F tipi cezaevleri kurarak iktidarını pekiştirmeye çalışmıştır.
İktidarın örtük amaçları dışında hapsetme, toplumsal yaşamda zarar verici davranışta bulunanları cezalandırmak ve vatandaşları onlardan korumak için kullanılan bir cezalandırma biçimidir. Hapishane sisteminin altında yatan ilke, bireyi toplumun uygun parçasına dönüştürmek ve kontrol etmek olunca ve birçok kişi bu kontrole karşı direnince, hapishanelerin kendisinden beklenileni gerçekleştirmediği bir vakadır. Türkiye’de tahliye sonrası geri dönüş oranının %65’tir ve bu sayı sadece yakalananların oranıdır. Suç işlemeyi en çok belirleyen etken bir kez suç işleyip hapsedilmektir. Ve bu konudaki veriler, şiddet içermeyen bir suçtan dolayı mahkum olan kişilerin dörtte birinin şiddet içeren bir suç işleme dolayısıyla ikinci kez hapishaneye girdiğini göstermektedir. Hapishanenin şiddeti, şiddet uygulayanları beklenen engelleyici özelliğinden çok şiddeti aktarıcı, genişletici özelliği bulunmaktadır.
Hapishanenin Günahları:
Hemen her gün mahpuslarla ilgili basına bir şeyler yansıyor. İçeride tecavüze uğrayanlar, öldürülenler, yeniden kendileri için küçük iktidar peşinde koşan “suçluların” diğer “suçlulara” yönelik zorbalığı, yöneticilerin ve memurların mahkumlara yönelik insanlık dışı davranışları her gün kulaklarımıza çarpıp duruyor. Bu bağlamda özellikle çocuk cezaevlerinde olanlar, bu olanların açığa çıkarıldığı durumlarda “vahşeti yapanlara” değil onu açığa çıkaranlara verilen cezalar kamuoyu vicdanını belli biçimlerde etkiliyor. Cezaevlerinde sürekli kriz hallerinin varlığı bu kurumların aslında ne denli sorunlu olduğunun göstergesi. Özellikle cezaevi çalışanlarının krizi yönetme becerisizliği hatta çoğu kez kriz çıkaran taraf olması, cezaevlerini birer kötülük üretme merkezine dönüştürüyor. Birçok durumda, içerde meydana gelen haksızlıklara karşı koyanların yeniden cezalandırılması nedeniyle bir kez içeri düşeni artık ömür boyu sürecek bir cezaevi hayatı bekliyor. Her şeyin “ortalama” gittiği durumlarda bile, kurum yaşantısı, zihinsel, duygusal ve her anlamda geriliğe yol açıyor ve bu geriliğe “yoksunluk geriliği” deniyor. Kurumsal ortamlarda yoksun olunan, yalnızca özgürlük değil, kişisel irade, mekansal kontrol, duygusal iletişim, maddi gelir, aile ve yakınlarla birlikte olmak, heteroseksüel ilişkiler, yasaklanan homoseksüel ilişkiler, kendilerine ait kişisel alan, mahremiyet ihtiyacı, doğa, duygusal bağlanma, yaşamsal kontrol ve burada sayılamayacak kadar çok şeyden yoksundurlar. Bu yoksunluklar onları topluma uyumlu bireyler haline getirmiyor, bilakis, toplumdan kopuk, yaşantısal ve gelişimsel gerilik yaşayan bireyler haline getiriyor.
Bireysel farklılıklara hassasiyet gösterilmeyen, her mahkumdan tıpatıp aynı davranış kalıpları beklenen cezaevi yaşantısı toplumsal ve kişisel onarım değil hasara sebep oluyor ve çoğu kez geri dönüşsüz olan bu durum bireyin yaşamsal bütünlüğünü bozuyor. Bu bireyler, sıradan vatandaşlara kin duymaya başlayabiliyor, şiddeti olağan bir şey olarak kabul edebiliyor ve özgür kaldıklarında “azılı suçlularla” ilişkilerini derinleştirip, sistemin kurbanları olmaktan “sistemin katilleri” olmaya terfi edebiliyor ve daha önce hakkında pek az şey bildikleri suç becerilerini edinirler (Hapishane Tarihi, 2002).
Devletin ve toplumun bu konudaki ikilemi; “hapishanelerin şu anki durumu mahkumları ıslah etmekte başarılı görünmüyorlarsa da, insanları suçtan uzak tutmayı başarıyor olmaları olanaklıdır. Hapishane yaşamının kötülüğü, bizzat hapiste yatanları suçtan caydırmasa da, dışardakileri bundan alıkoyabilir. Burada, hapishane reformcularının karşısında, hemen hemen çözümsüz görünen bir sorun bulunmaktadır. Hapishaneleri özenle kötü yerler haline getirmek, olasılıkla potansiyel “suçluları” caydırmaya yardımcıdır; ne var ki bu da, hapishanelerin ıslah etme hedeflerini gerçekleştirmelerini oldukça güçleştirmektedir. Ancak hapishane koşulları daha az kötü hale geldikçe, hapsetmenin caydırıcı etkisi de daha az olacaktır.” İkilem olarak görünen bu durum ahlaki yaklaşıldığında hiçbir şekilde ikilem değildir. Dışardaki insanlar hapishaneden korkarak “suç” işlemesin diye adalet sistemi ile muhalefet içine girmiş insanlara işkence uygulanamaz. Hapishanenin varlığı meşrulaştırılamaz. Kimse kimseye feda edilemez. Sadece bu açıdan bakıldığında dahi sorunlu bir yaklaşım olan bu sözde ikilem insanı toplumdan izole ederek “suça” yaklaşmaktadır.
İnsanların “suç” işlememesini sağlayacak olan hapishaneye karşı geliştirilen korku değil ancak “suça” yönelten bağlama müdahale etmektir. Bütün “suçlar” bağlamında analiz edilerek bütünlüklü, toplumsal, onarıcı yaptırımlarda bulunulmalıdır. Hapis cezasından korktuğu için “suç” işlemeyen insanların oluşturduğu bir toplum hapishane kadar zararlı olurdu. İyilik iç motivasyonu olmayan bir insanı hapishane korkusu yönetemez. Cezalandırma korkusu ile disiplinize olan, ahlaki olarak gelişmeyen insanlar dışarıda olursa o toplum çok korkulası bir toplum haline gelir. Kişi hapishaneye girmekten korkmadığında, yakalanmayacağını düşündüğünde, zarar verme dürtüsü hapse girmeyi göze aldığında, çaresiz hissettiğinde kolayca suç işlenebilir. Yani hapishane dışarıdaki potansiyel “suçlu” olarak görünen insanlar için de sağlıklı ve yeterli bir caydırıcı değildir. Bu yaklaşım toplumsal onarımı sağlamak yerine mevcut sistemi kötüye götürecek bir yaklaşımdır. Çünkü suç ve cezaya bağlamsal değil indirgeyici bir şekilde kişisel bakmaktadır.
Göregenli’nin söylediği gibi,
“İzolasyon’un, izole edilen’e şu ya da bu şekilde "iyi gelen bir şey olduğunu" kanıtlayan bir tek araştırma bulgusu olmamasına karşın sosyal bilimciler genel olarak neden bu kadar sessiz?”
Statükoya ve egemen söyleme karşı her söz söyleme durumu neredeyse kendiliğinden "ideolojik" olarak etiketleniyor ve dolayısıyla bu söz’ün bilimden sayılması mümkün değil. Dahası, bu toplum, hayatın ve "normal" gündemlerin dışına fırlatılmış cezaevleri gibi konularda söz söylemenin, taraf olmanın, insanı bir anda tehlikeli sularda dolaşan "aktivist"lerden sayılma ihtimaliyle yüzyüze getirebileceğini ve devletin yazılı ya da değil hiç bir "sicil"i hiç unutmadığını iyi biliyor. Sicil'den kurtarsanız, en hafifinden, tuhaf şüphelilerden olmanız mümkün.
Oysa biz sosyal bilimciler, biliyoruz ki, ürettiğimiz bilgiler sadece hayatı dönüştürebilmede etkili olabildikleri ölçüde varlık nedenlerini doğrulayabilirler…
Hapishane ortamlarının psikolojik olarak zararlı olma eğilimi, ceza kurumlarıyla ilgili resmi bilgilerin daha gerçekçi olması gerektiğini göstermektedir. Ayrıca, kriminal hukuk kaynaklarının, geleneksel ıslah ortamlarının insancıl alternatiflerini daha ciddi olarak araştırma, yaratma ve değerlendirmesi konusunda yönlendirilmesi gerekir.
Hemen hemen bütün sofistike çağdaş sosyal davranış yaklaşımları, durum, bağlam ve yapının deneysel ve teorik önemini kabul etmektedir. En azından akademik çevrelerde, suç ve şiddet sorunları (önceden neredeyse tamamen bireysel bakımlardan incelenirdi) artık, durumsal, topluluğa ait ve yapısal değişkenlerle, eşit derecede önemli hatta belki onlardan daha değerli analizler yoluyla anlaşılmaktadır. Fakat bu bilginin çok az bir kısmı, mevcut suç hukukunda yerini alabilmiştir” (Melek Göregenli 2003, Bianet).
Sonuçta caydırıcılığı tartışılmaya çalışılan hapishane kurumunun zarar vericiliği, caydırıcılığı, alternatiflerinin ve suç ve ceza kavramlarının başka bir tartışmada daha geniş ele alınması gerekmektedir. Çocuk ve yetişkin bütün hapishanelerin lağvedileceği günlerin umuduyla.