Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği olarak bizler, meşru ve güçlendirici hak arayışınızı destekliyoruz.
Zaman içinde hem çalışma alanlarımızda bizlere dayatılan olumsuz koşullara ve hak ihlallerine karşı mücadelelerimizden hem de temasta bulunduğumuz diğer işçi mücadelelerinden öğrendiğimiz bazı şeyler oldu. Bunları sizlerle de paylaşmak isteriz:
* 2008 yılında işten çıkartılan Yörsan işçileri direnişteyken, bu direniş nedeniyle çevre okullardaki çocukların psikolojilerinin bozulduğu söylenmişti. Oysaki böyle bir hak arama mücadelesine tanık olmak, insanların çalışma ve yaşama koşullarını değiştirmeye dair inancını ve umudunu besler. Bu tanıklığa dair olumsuzluklardan söz edilecekse; hak arayanlara karşı kullanılan yöntemleri, işinden etme tehditlerini, çalışma koşullarının kötülüğünü ve çalışma koşulları üzerinde söz sahibi olamama durumunu görmenin yaratacağı sonuçlardan söz edilmelidir.
Yörsan işçilerinin 350 gün boyunca en temel hakları olan insanca çalışma ve yaşama koşulları için mücadele ederek kazandıkları şeylerden biri işe iade edilme hakları oldu. Aynı zamanda şunu da hatırlamalıyız ki, hak aramak ve dayanışmak zihnen güçlenmemizi, bizi tatmin edecek sosyal ilişkiler kurmamızı, hepimizin ihtiyacı olan adalet inancına yaklaşmamızı sağlar.
* 2009-2010 senelerinde Tekel işçileri, işten atılmalara ve işte kalmaları karşılığında önerilen özlük haklarında, ücretlerinde ve iş güvencelerinde yaşanacak ciddi kayıplara karşı hak arayışına yöneldiler. Bu süreçte, direnen işçilerin birbirlerine ve onlara destek olanlara tutunarak zorlu süreçlerin üstesinden geldiğini, paylaşma ve dayanışmaya dair unutulmayacak deneyimler yarattıklarını gözlemledik. Bu yaşantıların olumlu yanları, hayatlarımıza, iş yerlerimize ve geleceğimize taşınmaya devam ediyor. Tekel işçilerinin haklı mücadelesindeki taleplerde her ne kadar kazanım sağlanamasa da onların mücadelesi bize umudu ve örgütlü hareket etmenin önemini bir kez daha hatırlattı.
* 2014'te Soma'da yaşanan toplu iş cinayetinden sonra birçok dayanışma faaliyetine tanık olduk. Bunlardan biri, patronların örgütü gibi davranan bir sendikaya karşı işçilerin, gerçek ihtiyaç ve taleplerinin ne olduğunu haykırmasıydı.
Soma’dan yükselen bu çığlık, bize ve tüm işçilere içinde bulunduğumuz sendikayı seçme ve hatta nasıl bir sendika ya da topluluk oluşturacağımıza karar verme hakkımızın var olduğunu ve bu hakkı kullanmanın kritik önemini hatırlatıyor. Buna karar verebildiğimizde, emeğimizin ve hayatımızın kontrolünü avuçlarımıza almanın en önemli adımlarından birini atmış olacağımız aşikardır. İşte bu durum kendini güvende hissetmenin en temel koşullarındandır.
* Tüm bu örneklerde, birlikte hareket etmenin verdiği özgüven duygusuna ve hayatlarımız üzerinde kontrol kazanma gücüne tanık olduk. Bu gücün direniş alanını da aşan yankılarını izledik. Tüm farklılıklara rağmen güçlü, kararlı ve tutarlı bir şekilde ortak sözümüzü söylemenin, hem direnişe katılanlar, hem muhatap kimseler, hem de benzer sıkıntıları yaşadığı için umutla gözünü kulağını mücadele alanlarına çevirmiş olan destekçiler üzerinde, önemli olumlu etkiler bıraktığını düşünüyoruz.
* İşçiler haklarını arıyorken, karşılarındaki muhatapların yaratıcı taktikler kullanma konusunda epey deneyimli olduklarını biliyoruz. Mesleklerimizi icra ettiğimiz işleri elimizden alma tehdidi, grup içi dayanışmalara çomak sokma girişimleri, ileriki tarihlere dair tutulmayacak sözler verme, mücadeleyi hakları vermeden sonlandırmaya çalışma ve daha birçok şekilde kırılmalar ve dağılmalar yaratma üzerine çeşitli yöntemlere başvurdular, başvuruyorlar. Bu saldırılara karşı mücadele edenler bazen kendisini belirsizlik içinde duyumsayabilir, çaresiz hissedebilir ve/veya korkabilir. Dönemsel, durumsal olarak doğal biçimde bu hisleri yaşarken belki şunları akla getirmenin anlamı olabilir:
Kendi işlerinin kötü gitmesinden, zarar etmekten ve/veya konumlarını kaybetmekten korkan bu insanlar (işverenler, bazı sendikacılar, çeşitli bürokratlar), bizim mücadelemizi bir tehdit olarak mı görüyor? Bir yandan böyle endişeleri dile getirdiklerini de duyuyoruz. O zaman işçilere de yaşadıkları korkunun bir benzerini yaşatmak istediklerini düşünebiliriz.
Peki bu, işçilerin onları yok yere korkuttuğu anlamına mı gelir? Hayır. Zaten işçileri hak arayışına sevk eden sebepleri, baskıyı ve olumsuz çalışma koşullarını yaratan onlar ve onların bir tarafında yer almayı seçtikleri, emek sömürüsü üzerine kurulu bu sistemdir. Onlar, kendi korkularının sebeplerini kendi ellerinde tutuyorlar ve bunu bırakmak istemiyorlar. Kendi konumlarını ve ellerindeki baskı mekanizmalarını kaybetme ihtimalleri de bu korkularını pekiştiriyor. Böyle düşünüldüğünde, bu ihtimal arttıkça, kontrol kaybedildikçe daha baskıcı olmaları ve yeni taktikler aramaları da çok normal.
Medyanın bir kısmının bu taktiklerin kullanılması konusunda önemli bir rol üstlendiğini gördük, görüyoruz. Medyada işçilerin mücadelesinin yok sayılması, haber yapıldığında da gerçek durumların yansıtılmaması rastladığımız durumlar. Son zamanlarda metal sektöründe süren grevlerde, hiçbir gerçekliği olmaksızın fabrikalarda üretimin başladığı haberlerinin servis edilmesi de buna örnektir. Bu haberleri yapan basın, bununla da yetinmeyip, işçilerin bölündüğünü, bazılarının eyleme devam ettiğini iddia ederek eylemi sürdüren işçileri provakatör olmakla suçladı. Basının önemli bir bölümü "gizli bir elin" sürecin çözüme kavuşmasını engellediğini lanse ederek, eş zamanlı olarak da sektördeki kayıp ve zararları öne çıkartarak, iş bırakma sürecini ötekileştirmeye ve sermayeyi besleyip desteklemeye devam etti. Bu girişimlerin en önemli özelliklerinden biri, işçilerin kendi gerçekliklerini kendi iradeleri çerçevesinde yansıtma isteğinin karşıtı olarak ortaya çıkmasıydı. İşçiler, işverene rağmen, basına rağmen hatta bazı sendikalarına rağmen kendi sözünü kurarken, bu söz onların değil “gizli eller”in denmesi, sermayenin yüzyıllardır kullandığı oyunun tekrar edilmesinden başka bir şey değildir.
Tüm bu “yaratıcı” taktiklere karşı bilseler de anlayamayacakları şey şudur; Karşılarındaki işçiler, her türlü korkuyu, öfkeyi, umutsuzluğu, çaresizliği yaşayıp aynı zamanda da aşarak, dayanışmayı, sevgiyi, paylaşmayı öne çıkarıp, ailelerini, sevdiklerini, çocuklarını, hayallerini bir kenara bırakmadan herkesin yaşayabileceği bir ortak alan ve bir dayanışma inşa etme gücüne sahiptir.
Direniş, mücadele ve grevlerimizin yaratıcılığı da buradan geliyor. Bir grev sonlanmış, ötekisi kırılmış, bir diğeri yeni başlıyor veya bir başka çalışma alanında hak mücadelesi hiç dinmeden iş bırakmalarla derinden devam ediyor olabilir. Dayanışma, omuz omuza güven ve sabır oldukça metal işçilerinin sesi duyulmaya devam edecek ve bu ses bambaşka üretim bantlarında ve çalışma masalarında yankılanacaktır.
Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP)