Dernek üyemiz Baran Gürsel'in Psikoloji Alanında Proleterleşme ve Öğrenci Oluşumları: TPÖÇG, PÖMYAP ve Alternatif Bir Seçeneğe Dair başlıklı yazısını aşağıda paylaşıyoruz.
***
Psikoloji Alanında Proleterleşme ve Öğrenci Oluşumları:
TPÖÇG, PÖMYAP ve Alternatif Bir Seçeneğe Dair
Baran Gürsel*
*Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP) Üyesi
Bu metinde psikoloji alanında yer alan ve son zamanlarda gözle görünür bir şekilde etkinlikleri artan öğrenci oluşumlarını psikologların proleterleşmesi bağlamında kısa bir şekilde değerlendirerek, emek/sınıf eksenli bir yaklaşıma sahip bir öğrenci oluşumunun nasıl özelliklerinin olabileceğine dair bazı fikirler sunacağım. Burada amacım, var olan grupların yaklaşım ve çabalarının TODAP’ın yaratmasının muhtemel olduğu bir öğrenci örgütlenmesinde nasıl içerilip aşılabileceğine dair bir tartışma yürütmektir. Bu tartışmayı da mevcut oluşumlarını değersizleştirmeden ve varlıklarını yok saymadan yapmayı hedefliyorum. Bana göre son dönemlerde mevcut girişimlerin –kalıcı veya geçici olduğundan bağımsız olarak- bulduğu karşılık onların çeşitli ihtiyaçlara hitap ettiklerini bize göstermektedir. Bununla birlikte hitap ettikleri deneyimleri ve temas ettikleri olguları bir kuramsal çerçeveye oturtma ve bunun üzerinden eylem üretme noktasında önemli eksiklikler taşımaktadırlar. Bu metnin, bu eksiklikleri birlikte tartışabilme ve onları aşabilme yönünde bir girişim olarak kabul edilmesini diliyorum.
Aşağıda sırasıyla psikologların proleterleşme süreci ve bunun psikoloji oluşumlarıyla ilişkisi, TPÖÇG ve PÖMYAP gruplarının özellikleri, alternatif bir psikoloji öğrencileri oluşumunun özellikleri ve örgütlenme modeli ve son olarak bir öğrenci oluşumu ihtiyacının neye dayanabileceğine dair tartışmalar yürüteceğim.
Proleterleşme Süreci ve Oluşumlar
2000’lerin, Türkiye’deki psikologların proleterleşmesi (sınıflaşması), yani mülksüzleşmesi ve bağımlı çalışmaya daha muhtaç hale gelmesinin en hızlı ve geniş kapsamda yaşandığı bir dönem olduğunu söyleyebiliriz. Sermayenin işçi sınıfına karşı ve kar oranlarını yükseltmek için yürüttüğü neoliberal saldırının ülkemizdeki etkilerinin genel görünümü, bizi konumuz bağlamında ilgilendiren taraflarından söz edersek, hizmetler sektörünün büyümesi ve hizmetlerin piyasalaşması, serbest çalışanların bağımlı çalışmaya geçmesi, işsizliğin artması ve işsizler arasında üniversite mezunlarının artmasıdır. Türkiye’de 1980’den günümüze mevcut olan bu sürecin, 2000’lerde en hızlı şekilde gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Bu sürecin alanımız özelindeki görünümü de üniversitelerde açılan psikoloji bölümlerinin ve bölümlerin kontenjanlarının artması, psikologların verdiği hizmetin ve aldığımız eğitimin ticarileşmesi, serbest çalışma olanaklarımızın azalması ve bağımlı çalışmak zorunda kalmak başlıkları çerçevesinde düşünülebilir.
Bu süreç, psikologların çalışma koşullarını ve çalışma hayatına bakışlarını ciddi ölçüde etkilemiş, alandaki hakim anlayış olan serbest meslek anlayışının ve TPD’nin otoritesinin krize girmesine neden olmuştur. Bu sürece verilen tepkilerin bir uçta, eski statü ve ayrıcalıkların korunması ve sürecin doğurduğu fırsatlardan faydalanma çabaları etrafında kümelendiği, diğer uçta da ayrıcalıkları sorgulayan fikir ve girişimlerin yer aldığı düşünülebilir. Bu karşılıklı konumlanma doğrudan bir tarafı işçi bir tarafı burjuva olan emek-sermaye konumlanışına denk düşmese de, psikologlar arasında bir bölünmeye işaret etmektedir ve neoliberalleşme ve proleterleşme süreçlerinin doğrudan sonuçları arasındadır.
Böyle bir bağlamda, sınıflaşma süreçlerinin önemli bileşenlerinden olan kurumsallaşmalar psikoloji alanında da ortaya çıkmıştır. Psikoloji alanında 2000’lerde oluşan örgütlenmeler, sınıf perspektifine sahip olsunlar ya da olmasınlar, bu sürecin aktif birer bileşenidirler. Burada akla bir soru geliyor: Bu örgütler sınıf örgütleri midir? Bu soruyu cevaplamak için daha kapsamlı bir tartışma yapmak gerekse de buradaki vurgum şu yöndedir: Bu örgütlerin büyük çoğunluğu kendisini işçi örgütü olarak adlandırmasa da, ne kuruluşları ne varoluşları bu proleterleşme sürecinden bağımsızdır. Kuruluşları, sınıfsal bir tepkinin ürünü, varoluşları ise sınıf çatışmasında ve sınıfın kapitalizme karşı mücadelesinde zorunlu olarak bir bileşendir. Bu bağlamda, bu örgütlerinin çoğunun söylemlerinde bu süreçlere dair vurgular bulmak oldukça zordur ve bu karşı eğilim de onları sınıf örgütü olmaktan uzaklaştırmaktadır. Bu yazı bağlamında sadece bu karşıt iki eğilimi tespit etmekle ve ne biri ne de ötekinin birbirinden bağımsız olarak bir örgütü sınıf örgütü yapmadığını vurgulamakla yetinelim.
Özetle değinirsek, proleterleşme sürecinin bileşeni olan bu gruplaşmalar, psikologlar arasındaki bölünme sürecinde, ayrıcalıkları sorgulayan tarafta yer almış ve bir anlamda yeni proleter ve/veya vasıf kaybına uğramış psikologların deneyimlerinden beslenmişlerdir. Bu beslenme ve bu sınıf oluşumu deneyimine yaslanma gerçeğinin, bu gruplaşmaların teorik yaklaşım ve söylemlerinde bulunup bulunmamasının, bu kurumların geleceği ve gelecekte hangi “taraf”ta yer alacakları açısından kritik önemde olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte, bu metinde bunu daha fazla detaylandırmayıp, tartışmak istediğim konuya girmek daha iyi olacak.
Öğrenci oluşumlarının da bu yukarıdaki tür oluşumlar içinde ele alınabileceğini düşünüyorum. Yani öğrenci oluşumları da, psikologların proleterleşme, geleceksizleşme ve vasıf kaybı döneminde ortaya çıkmış ya da bundan “az önce” ortaya çıksa bile bu sürecin bileşeni haline gelmiş örgütlerdir. Öğrenci ve mezunların karma olarak yer aldığı kurumlardaki öğrenci hareketliliği ve kulüplerin bağımsız ya da senkronize eylemlilikleri de incelemeye değer olmakla birlikte, burada temsili olarak alandaki iki öğrenci grubu üzerine bir değerlendirme yapmanın bu aşamada yeterli olacağına inanıyorum. Bu metinde proleterleşme süreci bağlamına oturtularak emek perspektifinden değerlendirilecek olan iki kurum Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Ggubu (TPÖÇG) ile Psikoloji Öğrencileri Meslek Yasası Platformu’dur (PÖMYAP). Bu gruplaşmaların, her ne kadar kendi perspektiflerini bunun üzerinden kurmasalar da sınıflaşma deneyimine (sınıf deneyimi de denebilir) yaslandıkları ve bu ölçüde başarılı eylemler geliştirebildikleri kanısını taşıyorum. Bu deneyime yaslanmadıkları ve daha da önemlisi buna yaslandıklarında bile bunu reddettikleri ya da en azından bunu kabul etmedikleri örnek ve zamanların da uzun vadede bu grupların örgütlenmelerinde ciddi problemlere yol açacağını düşünüyorum. Bu tip öngörülerde bulunmak buranın konusu olmamakla birlikte, üye sayısının azalması ve küçülme gibi risklerin dışında daha da önemlisi psikologların çoğunluğunun ve genel sınıf çıkarlarının karşısında yer alma ve ayrıcalık odaklı politika üretme riskinin var olduğu düşündüğümü söylemeliyim.
Şimdi yapmaya çalışacağım şey, emek perspektifinden bu iki grubun amaç, değer ve faaliyetlerine dair bazı değerlendirmeler yapmaktır. Bu değerlendirmeleri yaptıktan ve bu iki grubun meslek ve dayanışma konularına bakış açılarına dair bir tablo çizdikten sonra, buradaki eksiklikleri aşabilmenin nasıl bir yaklaşımla mümkün olduğundan bahsedeceğim. Yani kendi bakış açımdan emek/sınıf perspektifi olan bir psikoloji öğrenci oluşumunun dayanabileceği bazı temel noktalara dair fikirler sunacağım.
TPÖÇG’ün Özellikleri
Sitesinde yer alan bilgilere göre 2001 senesinde kurulmuş, TPD ile organik bağı olan ve onunla işbirliği içinde çalışan ama bağımsız olan bir öğrenci grubudur. Yukarıda bahsettiğim ve sınıflaşma sürecine içkin genel ve özel görünümlerin (bağımlı çalışma, işsizlik, piyasalaşma, vb.) 2001 senesinde ne boyutta olduğunun incelenmesi şüphesiz özel bir önem taşıyacaktır ve iyi ihtimalde argümanlarımıza katkı sağlayacaktır. Bununla birlikte TPÖÇG ve PÖMYAP’ın kurulduğu yıllardaki koşulları özel olarak incelemeyeceğim ve yöntemsel bir eksiklik olarak da görülebilecek bu durumu, daha detaylı incelemelere havale edip genel fikirler sunmakla yetineceğim.
TPÖÇG’ün amaç ve değerleri bize nasıl bir kurum olduğuna dair genel bir fikir veriyor. Amaçlar ve onun içinde yer almadığı takdirde eklenen değerler şu başlıklar altında kabaca toplanabilir: Öğrenciler arası iletişim, bilgi alışverişi ve ortak etkinlik; akademik kaynakların öğrencilere ulaşımı; öğrencileri haberdar etmek; psikolojideki gelişmeleri öğrencilere aktarmak; psikolojiyi geliştirmek; öğrencilerin istek ve düşüncelerini iletmek; öğrencilere çevre sağlamak; öğrencilerin TPD ile iletişimi sağlamak; uluslararası alanda temsil ve etkinlikler; psikoloji disiplininin tanıtımı. Faaliyetlerini de şu başlıklar altında toplayabiliriz: Öğrenci değişimi, öğrenci kongresi, öğrencilere eğitim, psikologlar günü vesilesiyle festival, tanıtım ve yerel etkinlikler.
Grupların amaç, değer ve faaliyetleri, bu metindeki bakış açımızla değerlendirebilmek için iki kategoride sınıflandırmayı öneriyorum. Birinci kategori mesleğe özel olan özellikleri kapsıyor ve –birkaç örnek olarak- psikolojiyi geliştirme, öğrencileri kaynaklara ulaştırmak, kongre ve eğitim düzenlemek gibi başlıklar bunun altında ele alınabilir. İkinci kategoriyi ise dayanışmaya dair özellikler olarak düşünürsek, bunun içine öğrencilerin istek ve düşüncelerini iletmek, onlar arasındaki iletişim sağlamak ve tartışmalı olsa da bir açıdan festival gibi etkinlikler girer. Elbette kategoriler ve içerikleri ve değerlendirmeye alınan başlıklar açısından yönteme dair birçok tartışma yürütülebilir. Bununla birlikte amacım, üzerinden düşünebilmemiz için bir izlenim oluşturmak.
Mesleğe özel özellikleri oluşturan birinci kategoriye baktığımızda buradaki amaç/değer ve faaliyetlerin psikolojiyi izole bir disiplin, mesleği de izole bir alan olarak tasarladığını; disiplin, meslek ve meslektaşların toplumsal ve disiplinlerarası bağlamlarından söz edilmediğini görebiliriz. Psikolojiyi geliştirmek hedefi dışında da meslek ve disiplinle öğrencilerin dışsal bir ilişkisinin olduğunun, öğrencilerin bunların bir bileşeni değil, bunlara dışarıda kalan –bazen aracı olan- bir konumda olduğunun düşünüldüğü görülmektedir. Bu kategori bağlamında TPÖÇG’ü izole ve dışlayıcı bir meslek kavrayışına sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Dayanışmaya dair özellikler başlığı altında değerlendirildiğinde grubun, sınıflaşma sürecinin sınıfsal deneyim ve mücadeleyi paylaşma anlamına gelen bir noktasıyla yakınlaştığı düşünülebilir. Bu bağlamda, TPÖÇG’ün sınıflaşma, eğitimin piyasalaşması ve öğrenciler bağlamında özellikle geleceksizleşme gibi eğilimlere karşı olan bir yanının bir ölçüde var olduğu söylenebilir. Bunun için özel bir inceleme gerekir belki ama bana göre, bu eğiliminin güçlendiği son dönemi, aynı zamanda insanlarla temasının arttığı da bir dönem. Bununla birlikte amaç/değer ve faaliyetler bağlamında baktığımızda dayanışma altında ele alabileceğimiz başlıkların iletişim, aktarım ve talep iletme eylemleri çerçevesinde sınırlı kaldığı ve bunların dayanışmacı ve paylaşımcı bir akılla yapıldığı konusunda somut kanıtlar olmadığı bir gerçektir. Bu nedenle dayanışmacı anlamda bir potansiyel barındırdığı ama bunun politik yönünün eksik kaldığı düşünülebilir.
PÖMYAP’ın Özellikleri
2014 senesinde kurulmuş olan, sitesinde yer alan bilgiye göre bağımsız meslek yarası ve psikoloji bölümlerinin sorunlarına yönelik sistematik bir ve örgütlü çalışma yürüten bağımsız bir öğrenci platformudur. Amaçlarını şu başlıklar altında toplayabiliriz: bağımsız bir meslek yasası çıkarılması; bu bağlamda meslek tanımı, yetkiler, mezuniyet koşulları, unvan için koşul belirlenmesi; meslek odası kurmak; bu bağlamda denetim, standart oluşturma; bölüm sorunlarına çözüm bulmak. Aynı zamanda “nedenlerimiz” olarak belirtilen başlıklardan çıkan fikirlere bakmakta fayda var: psikolog olmayanların psikolog olarak çalışması, psikolog unvanının lisans mezunu olmadan alınması, psikoloji dışındakilerin psikoloji dersi vermesi, sadece klinik psikoloğun tanımlanması, bölüm denetiminin güvenilir olmayışı, güvence ve saygınlığın kaybı, psikologluğun yanlış tanınması.
TPÖÇG’ün amaç ve faaliyetlerini düşünürken kullandığımız mantığı burada da kullanalım. Birinci değerlendirme kategorisi olan mesleğe özel olan amaç ve (burada) nedenleri düşündüğümüzde, yukarıda saydığımız grubun amaç ve nedenlerinin neredeyse hepsi bunun içine girer. Bununla birlikte bu nedenle değerlendirmemizi bu noktada bırakmamızın anlamlı olmayacağı açıktır. Bu nedenle, TPÖÇG’ün sitesine ayrı bir başlık olarak yer aldığı için değerlendirme imkanı bulduğumuz faaliyetleri, PÖMYAP sitesinde böyle bir başlık bulunmasa da değerlendirmemize katmalıyız. Düzenlenen meslek yasası çalıştayı ve PÖMYAP’ın sitesine göz atıldığında görülen Toplumsal Ruh Sağlığı Merkezleri Projesini birer faaliyet olarak ele almak mantıklı gözüküyor. Bu bağlamda toplumsal ruh sağlığını koruma ve şiddeti önlemek için psikolojik hizmet sunan ruh sağlığı merkezi ihtiyacı vurgularına değinilmektedir. Burada şöyle bir değerlendirme yapılabileceğini düşünüyorum.
PÖMYAP’ın mesleğe dayalı vurgusu mesleğin diğer mesleklerden, çalışma alanlarından ayrıştırılması, sınırlarının çizilmesi, eğitiminin sınırlarının ve denetiminin belirlenmesine etrafında oluşuyor. Bu görüşlerin belli bir bütünlük içerisinde ele alındığında meslek hakkı perspektifinden koruyucu bir nitelik taşıması mümkünken, kısıtlı bir şekilde buraya odaklanmanın mesleki anlayışın izole ve dışlayıcı özelliklerini öne çıkardığını düşünüyorum. Bu açıdan bakıldığında TPÖÇG’ün izole ve dışlayıcı meslek anlayışıyla paralellik görülüyor. Bununla birlikte faaliyetlerden biri olarak ele aldığımız projenin mesleğin toplumla ilişkisini kurma noktasında TPÖÇG’den farklı bir noktada durduğunu ise es geçmemek gerekir. Bu noktada mesleğin uygulanmasının izole edilme özelliğinin yumuşadığını düşünebiliriz.
TPÖÇG’den farklı olan diğer bir yön de şu şekilde düşünülebilir. TPÖÇG’ün akademik kaynak paylaşımı, disiplinin gelişimi ve bilgi aktarımına yaptığı vurgular daha fazla iken, PÖMYAP’ın akademiye dair vurgusunun meslek eğitimiyle sınırlı kaldığını görüyoruz. Bu bağlamda grubun psikoloji disiplinine dair akademik bir vurgusunun doğrudan geri planda kaldığını düşünebilir, bunun doğal sonucu olarak da disiplinler arası bir etkileşimden söz edilmediğini tespit edebiliriz. Öte yandan da bahsi geçen projenin mesleğin toplumla ilişkisine dair bazı düşünceler barındırdığını ve bunun da TPÖÇG’ün yaklaşımında olmayan, psikoloji disiplini ile toplum ilişkisi için bir çıkış yaratabilecek, (şu an için sadece potansiyel) bir açık nokta olduğunu da söylemek mümkün gözüküyor.
Meslek yasası vurgusu açısından bir noktaya değinmekte fayda var. Meslek yasası vurgusuna rastlamadığımız TPÖÇG’den farklı olarak PÖMYAP’ın bu vurguya sahip olmasının nasıl bir bağlamda ele alabiliriz? Meslek hakkı meselesi, günümüzde sınıfsal bir anlama da sahiptir. Meslek hakkının savunulması, bağımsız çalışabilmenin, bağımlı çalışmaya muhtaç olmamanın, nitelikli ve ulaşılabilir eğitimin savunulması bağlamında sınıflaşma sürecine karşı bir tepki ve bu süreci aşmaya yönelik bir özellik taşıyabilir. Tam da bu anlamda, PÖMYAP’ın, sınıflaşma sürecine bu noktada temas ettiğini ve bu deneyime dayandığını, TPÖÇG’ün yaklaşımından bu yanıyla ayrıldığını söyleyebiliriz. Bunu söylerken bir yandan da grup tarafından meslek hakkı mücadelesinin bu çerçevede ele alınmadığı da belirtilmelidir.
Dayanışma kategorisi açısından düşündüğümüzde, PÖMYAP’ın sitesinde, meslek yasası çalıştayı için geçerli olan diğer kurumlarla bir arada olma vurgusu ve meslek odası kurma amacı dışında özel olarak dayanışmayı anlatan bir başlık var gibi durmuyor. Bu bağlamda görüldüğü ölçüde grubun amaçlarında dayanışma vurgusundan ve onun ne tip bir dayanışmaya işaret ettiğinden söz edemiyoruz.
İki Grubun Özellikleri
Daha derli toplu bir şekilde tekrar ifade edelim. TPÖÇG, bir yanda izole ve dışlayıcı bir mesleki ve disipliner bakış açısına ve daha çok akademik vurgulara sahipken, diğer yanda da gelişkin ve politik olmayan bir dayanışmacı anlayışa sahiptir. PÖMYAP disiplinden daha çok meslek odaklı bir bakışta yine izole ve dışlayıcı yönleri ağır basan bir yaklaşıma sahiptir ama meslek ve toplumun ilişkisine dair bir temas noktası yakalamış gibidir. Buna karşı dayanışmacı vurgulardan yoksundur.
TPÖÇG sınıflaşma sürecine, iletişim ve paylaşım gibi dayanışmacı bir noktadan temas etmekte iken PÖMYAP meslek hakkını ön plana almasıyla bu sürece temas etmektedir. Bununla birlikte TPÖÇG’ün dayanışmacılığı, yataylık, eşitlik ve mücadelecilikten uzak; PÖMYAP’ın da meslek hakkı perspektifi sınıfsal bir bakış açısına sahip olmak yerine kapalı ve ayırıcı bir yaklaşımdır.
Alternatif Bir Öğrenci Oluşumunun Özellikleri
Psikologların proleterleşmesi sürecine ve sınıf deneyimine temas edebilecek, bu deneyimi hem mesleki hem toplumsal dönüşümler inşa etmek için kavrayacak, bu bağlamda sınıf oluş sürecinin özbilinç çabası içerisinde olan bir örgütü olabilecek bir psikoloji öğrencileri oluşumunun TPÖÇG ve PÖMYAP’tan ne açılardan farklı olması gerektiğini aşağıda tartışacağım. Meslek özelindeki özellikler ve dayanışma alanındaki özellikler, burada yine tartışmamızın üzerinden yürüyeceği iki hattı oluşturacak.
Meslek özelindeki yaklaşımı açısından TPÖÇG’ün ve PÖMYAP’ın izole ve dışlayıcı bir yaklaşıma sahip olduğunu tespit etmiştik. Alternatif bir psikoloji öğrencileri örgütü de bir yanda meslek hakkını ve etiğini savunmalı ve geliştirmelidir. Örneğin bu bağlamda geleceksizlik, lisans eğitiminin niteliğine dair sorunlar, alternatif müfredat ihtiyacı, mezun-öğrenci ilişkilerindeki kopukluklar, akademisyen-öğrenci ilişkilerindeki sorunlar, meslek yasası ve odası ihtiyacı ve meslek etiği temel tartışma başlıkları olabilir. Burada farklı olan, meslek hakkı savunusunun; bir ayrıcalık yaratma veya salt izole olduğu varsayılan bir alana odaklanma amacıyla değil; bağımlı çalışmaya muhtaç olma, vasıf kaybı, neoliberalizmin ve ayrımcı ideolojilerin hizmet ve bilim üzerinde yarattığı tahribata ve bunlarla ilişkili çeşitli süreçlere karşıt bir hat olarak kurulması özellikle önem taşımaktadır. Mesleğe yaklaşımın böyle bir perspektife dayanarak geliştirilmesi, hem meslek ve toplum için koruyucu hem de tüm çalışanlar ve toplum açısından bütünleştirici bir mücadele perspektifi sağlayacaktır. Bu fikirler üzerine inşa edilen bir meslek hakkı mücadelesi sınıf mücadelesinin bir bileşeni olarak ele alınabilir ve bu mücadele hem mesleki ve hem toplumsal dönüşümün dinamiklerini besler.
Mesleğe bakışıyla paralel olarak alternatif bir oluşumun, disiplini ele alışının da farklı olacağı düşünülebilir. TPÖÇG’de öne çıkan akademik vurgular, bilimi geliştirme ve yaymaya odaklanmaktadır. Bir açıdan bakıldığında, bilimsel bilginin gelişmesi, aktarılması, çoğalması ve eleştirilmesinin öğrencilerin katılımı ve bilginin piyasaya karşıt bir şekilde özgürce yayılması, savunulması önemli bir çabadır. Başka bir açıdan ise bu çabanın kapsanması ama sınırlarının aşılması gerekmektedir. Üniversiteler, bilgi üretimi ve aktarımı işlevini yoğun bir şekilde üstlenen kurumlardır ve üniversite bileşenleri arasındaki ilişkilerin kurulduğu önemli bir bu işlevler üniversite bileşenleri arasındaki ilişkilerin önemli bir bölümü bu işlevler üzerine kurulmaktadır. Bu durum, üniversitelilerin psikolojinin kendi iç gerilimleri ve toplumla arasındaki gerilimlerinin tartışılması ve bu gerilimler üzerine düşünce ve eylem üretilmesi için oldukça uygun bir zemin hazırlamaktadır. Psikoloji disiplinini salt aktarılabilir sabit ve yek pare bir şey olarak değil, kayda değer bir birikimi olduğu gibi ciddi çelişkileri olan ve buralarda dönüşüm potansiyelleri barındıran bir bilim olarak almak, bir öğrenci oluşumunun dokunabileceği önemli gündemlerden biri olduğunu düşünüyorum.
Psikoloji-toplum gerilimi üzerinden üretilen gündemler ne olursa olsun, bu gündemlerin üniversite içi olanlara ek olarak ülke ve dünya gündemlerine dokunması da kaçınılmazdır. Alınan konum, bilimi ve toplumu dönüştürmenin yollarını aramak noktasında olduğunda üniversite içinde ve dışında gelişecek dayanışmaların ve ortak gündemler için verilecek mücadelelerin de potansiyel çeşitliliği artmaktadır. Sınırlarını koruduğu gibi eş zamanlı olarak bunlardan taşabilen bir öğrenci oluşumunun; üniversite çalışanlarının haklarından üniversitelerin özerkleşmesine, üniversitelerle sermaye ilişkilerinin sorgulanmasından üniversitelerin toplumsallaşmasına kadar birçok gündemi ortak ve kendinin olarak benimsemesi mümkündür.
Dayanışmaya dair özellikler ikinci değerlendirme hattını oluşturuyordu. Bu bağlamda, PÖMYAP’ın bir meslek örgütünü konu etmesi dolayısıyla; TPÖÇG’ün de, iletişim, paylaşım ve talep iletme başlıklarında dayanışmacılığa yaklaştığını ifade etmiştik. Bununla birlikte iki oluşumda da eksik olan, bu dayanışmanın eşitlikçi ve demokratik vurgularla kurulması ve mücadeleci bir örgütlülüğe referans vermesidir. Psikoloji öğrencileri arasında yaratılacak dayanışmanın, hiyerarşik, rekabetçi ve piyasacı ilişkilere karşı, eşitlik ve açık paylaşımı vurgulaması alanımızda önem taşımaktadır. Önem de şundan kaynaklanmaktadır. Psikoloji alanında proleterleşme sürecine verilen tepkilerden bir grubu olan ve yazının başında bahsettiğimiz, ayrıcalıkları koruma ve yeni fırsatlardan faydalanma tutumları; bilgi üzerinden kurulan hiyerarşilerin katılaştırılması, alanda piyasa hakimiyetinin pekiştirilmesi, öğrenci ve çalışanlara dair koruyucu hakların azaltılması şeklinde kendini göstermektedir. Sınıf sürecine temas edecek ve neoliberalleşmeye karşı duracak bir psikoloji öğrenci oluşumunun tutumu ise bunların karşısında, yataylık, eşit ve adil paylaşım ve koruyucu hakların savunulması ve kazanılması yönünde olmalıdır.
Dayanışma eğiliminin, meslek içi emek ve toplumdan yana duruşa sahip bir dayanışma ile meslekler arası ve işçiler arası dayanışmayı aynı anda vurgulaması, dayanışmacı eğilimlere zıt bir şekilde dışlayıcı bir örgütün ortaya çıkmaması için önemli gözükmektedir. Aynı zamanda kurulan örgütlü ilişkinin meslek içinde oluşan ayrışmaya, hiyerarşiye ve rekabetçileşmeye karşı insan ilişkilerini dönüştürücü bir özelliği de olmalıdır. Bunu tamamlayacak olan da oluşumun bir araya getirdiği gücün, bir karşıt güç olarak yaptırımlara ve yaratımlara yönelmesidir. Öğrencilerin, bir yandan bilgiyi eşit ve adil bir şekilde paylaşırken bir yandan da dikey bilgi edinme kanallarının açılmasını ve parasızlaşmasını veya tartışma ve buluşma alanları yaratırken, alternatif müfredatların üniversitelerde geçerli olmasını sağlaması dönüştürücü gücün gerçekleşmesinin örnekleri olabilir.
Burada savunulan görüşlere dayanarak başka bir psikoloji öğrenci oluşumunu hayal ettiğimizde bunun, TODAP’la paralel şekilde, aynı anda hem bir meslek örgütü, hem bir bilim örgütü, hem bir sınıf örgütü (bu bağlamda örneğin presendikal bir çalışma), hem de bir demokratik kitle örgütü olduğu söylenebilir. Bu noktada şunu belirtmeliyim ki, burada böyle bir öğrenci oluşumunun bağımsız olarak kurulması gerektiğine dair bir öneride bulunmuyorum. Bağımsız oluşum olma ve biçim tartışmasının bu yazının sınırları dışında ele alınması gerektiği düşüncesiyle, burada oluşum üzerine tartışma yürütürken aslında (çalışma grubu, komisyon, komite, dernek, vb. gibi) herhangi bir biçimde olabilecek bir oluşumun genel özelliklerinden bahsediyorum. Biçim tartışmasına burada girilmeyecek olsa da bu yazı bağlamında, bu öğrenci oluşumunun öğrenci-mezun karma oluşumuyla kurduğu ilişkinin temel özelliklerini nasıl düşünebileceğimizin netleştirilmesi anlamlı olacak. Hele ki, öğrenci-mezun karma oluşumunun sahip olduğu 4 vasfı sayıp, öğrenci örgütünün de bu vasıflara sahip olması gerektiği iddia edildiği için, bu soru daha belirgin hale geliyor.
Karma Oluşum ile Öğrenci Oluşumunun Özelliklerinin İlişkisi
Karma oluşumla öğrenci oluşumu arasındaki ilişkinin temel özelliklerini nasıl düşünebileceğimiz sorusunu cevaplamak için yine TPÖÇG ve PÖMYAP örneklerini kullanalım ve onların örgütlenme modellerine bir göz atalım. TPÖÇG kendi bağımsız organlarına ve öğrenci üyelerine sahip olmakla birlikte TPD ile organik ilişki içinde olan bir gruptur. Bu bağlamda bağımsızlık ve organik ilişki tanımlarının açık olduğunu söylemek zor olmakla birlikte TPD’nin öğrencileri asil üye yapmadığını düşündüğümüzde örgütlenme modeline dair bir fikir geliştirebiliriz. Buna göre TPD’nin salt mezun örgütü, TPÖÇG’ün de mezun olduktan sonra üye olması hedeflenen salt öğrenci örgütü olduğu söylenebilir. Bu bağlamda işlevler de paylaşılmış gözükmektedir. TPÖÇG, meslek hakkını savunmayı, çalışma hayatını ele almayı ve çalışma ilişkilerine dair bir perspektifi tamamıyla TPD’ye havale etmiştir. Bu haliyle meslek örgütü ve bilim örgütü olmaya biraz dokunmakla birlikte bir sınıf örgütü olmanın ve bir demokratik kitle örgütü olmanın uzağındadır.
PÖMYAP ise sadece öğrencilerden oluşan bağımsız bir oluşumdur. Mezun, öğrenci ya da her ikisini de içeren kurumların hiçbiriyle organik bir ilişki tanımlamamaktadır. Dikkat çeken bir nokta PÖMYAP’ın meslek yasası vurgusunun -adının bile yeterli bir örnek olarak düşündürdüğü gibi- ciddi ölçüde ön planda olması ve bunu mezunsuz, salt öğrencilerden oluşan bir örgüt olarak yapmasıdır. Yani TPÖÇG’ün tam tersi yönünde, meslek alanında dair söz hakkı almış ve bundan da öte bunu paylaşımsız bir şekilde yapmıştır. Aynı zamanda PÖMYAP’ın yukarıda da belirttiğimiz gibi bilim örgütü, sınıf örgütü ve demokratik kitle örgütü olma bağlamında öne çıkan bir yaklaşımı bulunmamaktadır.
Bir öğrenci örgütünün yukarıdaki 4 örgütlülük vasfına sahip olması gerektiğini savunmakla birlikte tüm bu vasıfların bütünlüklü ve tamamlayıcı bir şekilde ele alındığında anlamlı olduğunu düşünüyorum. Bütünlükten kastım bu 4 vasfın bir arada bulunması; tamamlayıcılıktan kastım ise bunların öğrenci-mezun ilişkisini karşılıklı ve etkileşimli olarak kuran bir bağlamda bulunmasıdır. TPÖÇG ve PÖMYAP modellerine baktığımızda yapılabilecek çıkarım bu bütünlük ve karşılıklılığın eksik olduğudur. Mezun ve öğrenciler arasında katı bir hiyerarşi ve işbölümünün bulunduğu durumların bulunması veya bu ilişkinin ve karşılıklı beslenmenin bulunmaması öğrenci örgütünün perspektif ve işlevlerinin tamamlanması önünde engel teşkil etmektedir. Elimizdeki örneklerini aşabilmenin ve daha geniş bir deneyim alanına hitap edebilmenin önkoşulu mezun-öğrenci ilişkisinin katı bir ikiliğe dayanmayan bir karşılıkla kurulması ve sürekli kılınmasıdır.
Öğrenci Oluşumu İhtiyacına Dair
Aslında metnin ilk başında ve ötesinde üzerine düşünülmesi gereken bir soru burada tekrar ortaya çıkıyor: Psikoloji alanında bir öğrenci örgütlenmesine ihtiyaç var mıdır? Bir anlamda metnin üzerine yaslandığı temeli teşkil etmesi gereken bu sorunun başta değil de burada soruluyor olmasının iki nedeni olabilir. Birincisi, toplumda, alanımızda, hepimizde olan ve neoliberal dönemin bizlere verdiği ciddi biçimde pekiştirdiği acilcilik ve pragmatizmin meselenin tersinden ele alınmasına yol açacak kadar metin üzerinde etkili olmuş olmasıdır. İkincisi ise –tartışmanın sonu ne olursa olsun- öğrenci örgütlenmesi ihtiyacına dair soruları es geçerek bazı alışkanlıklarla hareket etme tarzının metin üzerinde etkili olmuş olma ihtimalidir. Ne olursa olsun, burada da ortaya çıkan tersten bakış olasılıklarının da konuya dair başka mecralarda yapacağımız değerlendirmelerimize katmamız gereken öğeler olduğu açıktır.
Öğrenci “kategorisine” bakışımızın bir öğrenci oluşumunu nasıl kurgulayacağımızla yakından ilişkili olduğu söylenebilir. Kısaca söylersem, ben, öğrencilerin ne dezavantajlı ya da ezilen bir grup olarak ele alınabileceğini, ne üretim ilişkilerinin dışında avantajlı bir aydın konumunda bulunduğunu, ne de yetişkin olmayışları üzerinden konumlandırılabileceklerini düşünüyorum. Bu bağlamda da bir meslek örgütünün, TODAP’ın yaptığı gibi kendi içinde mezunlara ve öğrencilere eşit söz ve karar hakkı vermesinin anlamlı ve gerekli olduğunu düşünüyorum. Gerontokratik eğilimlerimizi ve bunları aşmak için taşımamız gereken çeşitli farkındalıklar olduğu gerçeğini bir kenarda tutarak düşünürsek; bir tarafta, öğrencilerin söz ve karar hakkını kısıtlamaya yönelik yöntemlerin veya diğer tarafta, dezavantajlı bir konum varsayıp, öğrencilere avantajlı söz ve karar hakkı sunan yöntemlerinin ikisinin de, gerçekte var olması muhtemel eşit olmama hallerini aşmak değil, hiyerarşik çerçeveleri yeniden oluşturmak anlamına geleceğini düşünüyorum. Bu noktada, bir cümle olarak da olsa toplumda ezilen, ötekileştirilen ve söz ve karar hakkı sistematik olarak baskılanan kesimler için böyle düşünmediğimi, eşitsizliklerin gerçekçi dönüşümleri için “eşit söz ve karar hakkı”ndan öte yöntemlere ihtiyaç olduğuna inandığımı söylemeliyim. Yukarıdaki fikirlerim öğrenci kategorisinin ne olmadığını düşündüğümle ilişkili.
Peki mezun ve öğrencileri karma bir şekilde barındıran bir örgütün ihtiyaç olduğunu ve öğrencilerin bu örgütle ilişkisini yukarıda çerçevede ele almak gerektiğini söylediğimizde, buraya kadar varsaydığımız, bir öğrenci oluşumunun varlığını ne üzerinden temellendireceğiz? Bunu konuşurken ayrı olma halinin ayrı bir kurum adı alma ve ayrı kurumsallaşma olup olmadığı ve karma örgütle kurduğu ilişkinin mekanizmalarının ne olması gerektiği tartışmalarını bir kenarda ve bunların henüz tüketilmediğini düşünerek tutmalıyız. Aynı zamanda meslek, sınıf, bilim ve demokratik kitle örgütü olan TODAP’ın içinde öğrenci üye olarak bulunma ile bir komisyon, bir komite, bir ağ, bir oluşum olarak onun içinde, onun parçası veya tamamlayıcısı olmayı ayrı kategoriler olarak düşünelim. Aslında formu ve mekanizmasının ne olduğundan bahsetmemiş olsak da aslında yazı boyunca biz bu ikinci kategoriyi ele aldık. Bu gruplaşma formunun -bir anlamda- ayrışmasının üzerine yaslanacağı deneyimlerin de mekansal ve zamansal bazı özellikler ve bunların yansımaları olduğunu düşünüyorum.
Öğrencilerin, salt öğrenci olmalarının gittikçe zorlaştığı, üniversite dönemimin sadece eğitim alınan bir dönem olmaktan çıktığı, üniversitelerin ve bileşenlerinin mekansal ve zamansal olarak parçalanması ve süreksizleşmesi yönünde güçlü eğilimlerin bulunduğu neoliberal dönemde, öğrenci-mezun arasında demin adını andığım farklılıkların gittikçe yok olduğunu ve bunun gözden kaçmaması gerektiğini düşündüğümü belirtmeliyim. Bununla birlikte, burada bir öğrenci oluşumunun varlığını üzerine kurabileceği bazı unsurları aradığımız için, bunları bir yerde tutabilir ve üniversitenin “koruduğu” ve niteliksel olarak farklı olduğundan hala söz edebileceğimiz bazı özelliklerine değinebiliriz.
Mekansal olarak üniversitenin farklılaşan niteliği, bileşenlerinin eğitim ve çeşitli faaliyetlerini gerçekleştirebileceği sınırları belli, sürekli ve sabit bir mekan oluşudur. Bu özellik üniversitedeki ilişkilerin oluşması için zemin oluşturmakta, deneyimlerin ortaklaşma ve süreklileşmesi için bir çerçeve oluşturmaktadır. Karşılaşma ve temas ihtimallerin fazla olması, insanların yüz yüze gelebilecekleri bir ortamın bulunması örgütlenme imkanlarını arttırabilir. Mekanın başka bir işlevi de bilgi üreten, paylaşan ve paylaşılanların bir arada bulundurması, bu bağlamda psikoloji disiplininin içeriğine ve gerilimlerine daha yakından dokunma olanağı sağlamasıdır. Bu olanağın diğer bir yüzü de bu bileşenlerin disiplinin ve yöntemlerinin değişmesine dair bir eylemde bulunabilme yakınlığını yaratmasıdır. Elbette bu disiplin ve karşısındaki kişi ya da kişilerin etkileşiminin dönüştürücülüğünü etkileyen birçok unsur vardır; bununla birlikte mekanın sunduğu çerçeve ve ilişkilerin bu dönüşme potansiyelini daha yakına getirdiği düşünülebilir.
Zamansal özelliklerini düşündüğümüzde, üniversite dönemi, kişinin hayatının bir kesitindeki sürekliliğe denk düşmektedir. Neoliberal dönemde çalışma hayatının parçalanması ve sürekliliğe dair deneyimlerimizin önemli ölçüde değişmesini göz önünde bulundurduğumuzda bu özellik, insanın hem kendi ile hem de ötekilerle kurduğu ilişki açısından belli bir önem taşıyabilir. Aynı zamanda genel anlamda bir öğrencinin –elbette çalışmak zorunda kalma düzeyiyle de bağlantılı olarak- zamanının önemli bir kısmını üniversitede ve akademik faaliyetlerle meşgul olarak geçirmesi söz konusudur. Mekansal yakınlaşmaya paralel bir şekilde kişinin, hayatında akademik alanın ve akademik düşünme biçimlerinin kapladığı yerin artmasıyla bir yoğunlaşma olduğu düşünülebilir. Belli bir sürekliliğe sahip olan bir bilgi alanıyla ilgilenme hali, gündeminin bilim, bilgi üretme ve aktarma şekilleri üzerinden çeşitlenmesiyle birlikte ortak gündemlerin oluşma ve bu gündemlerin sürekli kalma ihtimali de artmaktadır.
Bu iki farklılığın, ilişkilerin niteliği ve gündemleri üzerinde etkili olduğu düşünüldüğünde, bu mekansal ve zamansal kurucusu ve taşıyıcısı olan (diğer bileşenleri metnin kapsamı açısından dışarıda tuttuğumuzda) öğrencilerin bu nitelik ve gündemler üzerinden de örgütlenmeler oluşturmaları, burada farklı deneyimlerin oluşuyor olması ve bunların kapsanmamış bir şekilde kalmaması açısından akla yatkın gözükmektedir. Psikoloji alanı içerisinde buna benzer şekilde farklılaşan deneyim kümelerinin neler olduğu daha kapsamlı bir tartışma gerektirse de, öğrenciliğin, psikologların çalıştığı farklı alanlardaki (rehabilitasyon, hastane, akademi, klinik, vb.) deneyim yoğunlaşmaları gibi bir deneyim birikimine işaret ettiğini düşünüyorum. Buradaki amacım, bu öğrencilik alanındaki deneyim birikiminin, “ötekilerden” farklı olduğunu kabul ederken, bunun niteliksel bir kopuş yaratacak bir farklılık olmadığını da vurgulamaktır. Üzerine düşünülmesi gereken ve cevabı bu dediğimi haklı ya da haksız çıkaracak olan soru da şudur: Mezun-öğrenci ya da karma grup – öğrenci grubu ilişkilerinde ve öğrencilerin deneyimlerinde, farklılık özellikleri ve benzerlik özellikleri hangi ölçülerde belirleyici olacaktır? Oluşumun, ayrışma derecesini de belirleyecek olan bu sorunun cevabıdır.
Bitirirken
Bu metinde psikoloji öğrenci gruplarını psikologların proleterleşme sürecinin birer bileşeni olarak ele aldım ve bu çerçevede onların bu süreçle kurduğu ilişkiyi değerlendirmeye çalıştım. TPÖÇG ve PÖMYAP’ın birçok fikir ve uygulamasına karşılık, oldukça az sayıda örnek üzerinden bir değerlendirme yaptım. Bir yandan bu durumun, metindeki tezlerin kırılganlığını arttırdığı söylenebilir ve alternatif örnekler bu tezlere karşı kullanılabilir. Ne var ki alternatif örnekler, grupların meslek ve dayanışmaya dair algılarında ve pratiklerinde, emek/sınıf perspektifine yakınlaştığı sürece, bu metnin amacıyla tamamen tutarlı ve sevindirici olacaktır.
Var olan öğrenci gruplarının özelliklerini değerlendirirken yapmak istediğim şey, onların varlıklarını sorgulamak ve de emeklerini değersizleştirmek değil, daha farklı özelliklere sahip bir öğrenci oluşumunun, eleştiri yoluyla imkanlarını aramaktır. Bu imkanları da, alanın tümü için düşündüğüm gibi emekten ve toplumdan yana bir yaklaşımla bulmaya yaklaşabileceğimizi düşünüyorum. Nasıl ki, psikoloji alanında –benim açımdan- bir meslek, bilim, sınıf ve demokratik olmayı hedefleyen TODAP, işleyiş ve perspektifiyle -eğrisi ve doğrusuyla- yeni bir deneyime işaret ediyorsa TODAP’la ilişkili bir öğrenci oluşumunun da böyle bir imkan yaratıp yaratamayacağı, metnin arkasındaki temel sorudur.