Türkiye'nin çeşitli kentlerinde, devletin hepimizingüvenliğini sağlamak gerekçesiyle uyguladığı, sokağa çıkma yasakları, ağırsilahlarla uygulanan ve giderek yaygınlaşarak büyüyen baskı, şiddet ve savaşortamı, yüz binlerce insanın en temel yaşamsal ihtiyaçlarından mahrumbırakılmasından, hayatını kaybetmesine kadar yakıcı sonuçlara yol açmaya devamediyor. Savaşın ve yıkımın yarattığı doğrudan etkilerin yanı sıra, belki dedaha yakıcı olan, çatışmaların yarattığı sonuçların, görülmemenin, duyulmamanınya da bilmezlikten gelinmesinin yarattığı etkiler. Psikologlar olarak bizbiliyoruz ki, baskı ve şiddetin, çatışmaların, savaşın yarattığı etkiler sadecedoğrudan maruz kalanlarla sınırlı değildir: Hiçbir zulüm, seyircisi olmadan veyaygın biçimde meşrulaştırılmadan gerçekleştirilemez. En azından yurttaşlıkbağıyla ortaklaştığımız insanların temel insan haklarının ağır biçimde ihlaledilmesi pahasına "güvenliğimizin" sağlanması “vaadi”, hepimizisessizce seyretmeye, bahanelere sığınarak güvenli hayatlarımızı sürdürmeyegiderek açık bir suç ortaklığına davet ediyor. Bu suç ortaklığı, kısa ya dauzun dönemde savaşın açtığı yaralar kadar derin yaralar açıyor; komşularımızın,kardeşlerimizin acılarını görmemek bugünü de geleceğimizi de etkileyerekhepimizi dönüştürüyor. Bu dönüşüm, sonuçları hepimizi gerçek ve kalıcı birkopuşa götürmeden, anlamamız ve bu ülkenin tüm yurttaşlarının yararınapsikologlar olarak müdahale etmemiz gereken bir sürece işaret ediyor.
Sessizliğin, bu sessiz onayın, kayıtsızlığın ya da bir kabusgibi bu kötü günlerin bir an önce geçmesini çaresizce beklemenin, farklınedenleri olabilir. Genel olarak sosyal-politik olgulara duyarsızlıklakendisini gösteren bireyci umursamazlık, siyasal iradeye ve sonuçlarına olangüvensizlikle kendisini gösteren bir tür öğrenilmiş çaresizlik, baskı veşiddeti doğrudan desteklemek, vb. Bunlar ve benzer nedenler üzerine ayrı ayrıdüşünmek, sadece sessizliğin dinamiklerini değil aynı zamanda toplumsalgeleceğimizi doğrudan etkileyecek olan bu köklü dönüşümleri anlamamızı dasağlayacaktır. Kürtler, komşularımızdır, arkadaşlarımızdır, savaşın sonuçlarısadece orada uzaklarda hiç gitmediğimiz bilmediğimiz şehirlerde yaşanmıyor, hergün birlikte aynı sokaklarda dolaştığımız, aynı iş yerlerinde çalıştığımız,aynı sıralarda ders dinlediğimiz insanlar her gün "kardeşliğimiz"inne anlama geldiğini daha çok sorguluyor sessizce. Bir uçta kendiçaresizliklerimiz veya en yakınımızdakinin acısını anlamama hali, kendi içimizekapanmaya neden oluyor, diğer uçta nefret duyguları ve nefret dilikeskinleşiyor. Her iki durumda da kendimizle ve diğer insanlarla kurduğumuzilişkiler ciddi anlamda zedelenmekte, yıkıcılık ve şiddet artmakta ve aslındaiç dünyalarımız fakirleşmektedir.
Bizler Türkiye'de savaş ve katliamların yakından tanığı olanpsikologlar olarak, şiddete ilişkin örtük ya da açık onayın, insanları giderekdaha çok düşman ve tehdit üretmeye yönelten toplumsal dönüşümün arka planınabakmadıkça, barış ve bir arada yaşama için yapabileceklerimizin sınırlarınıngiderek daralacağını düşünüyoruz. Bizler, savaşların açtıkları yaralarıkapatamayız ama barış içinde bir arada yaşamanın önündeki en büyük engelin,eşitsizlik, adaletsizlik ve şiddetin karşısında sessiz kalmak olduğunu,birbirimizin acısına duyarlılığımızı yitirmenin hepimizi nasıl bir geleceğemahkum ettiğini daha yüksek sesle haykırabiliriz. Baskı ve şiddetinaşılmasının, bir arada yaşamanın kalıcılığının sağlanmasının önünü açmaya vekendi alanımızın bu yoldaki potansiyellerini barış için harekete geçirmeyeçalışmanın ilk adımının bu güçlü çağrı olabileceğini düşünüyoruz.
Türkiyeli psikologların bu savaş politikaları ve insanlığakarşı işlenen suçlar karşısında açık bir tavır alması, baskı ve şiddetortamının doğrudan sonuçlarını yaşayanlarla dayanışması, ihtiyaç duyulduğundaelinden gelen desteği vermesi bizler için insani ve mesleki açıdan birincilöneme sahiptir. Bunun kadar önemli olan bir başka görevimizin, bu baskı veşiddetin yaratılması ve üretilmesine olanak sağlayan ortamın oluşumunu, toplumubir uçta “hissizleşmiş”, bir uçta “canavarlaşmış” insanlara dönüştürentoplumsal dinamikleri anlamak olduğunu düşünüyoruz. Sessizliğin, kötülüğünnormalleşmesinin ve suç ortaklığının ortadan kalkmasını sağlayabilecek,insanlar ve gruplar arasında temaslar kurabilmek ve barışın imkanlarınıyaratabilmek ancak böyle mümkün olabilir.
Hemen şimdi, bugünümüzü yok eden ve geleceğimizi düşmanlıklaören savaşın bitmesi için, sonra da bir arada eşitlik ve barış içerisinde yaşamakiçin ihtiyacımız olan koşulları yaratmaya psikologlar olarak katkıdabulunabiliriz. Tüm meslektaşlarımızı savaşın yarattığı sorunları ve barışınhangi koşullarda mümkün olabileceğini kendi gündemlerine dahil etmeye, eşitlikve adalet içinde bir arada yaşamanın imkanlarını araştırmaya, bu ülkeninyurttaşları olarak, hepimizin dahil olduğu, içinden geçtiğimiz bugünler vedeneyimlerimiz üzerine düşünmeye ve bir arada eşit ve barış içindeyaşayabilmemizin olanaklarının bu deneyimlerden nasıl çıkarılabileceğine dairdüşünmeye davet ediyoruz.
Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği (TODAP)