Güneş KAYACI
Cemal Dindar
Politik Psikolojinin Cinleri
Otopsi Yayınevi - 2004
“Hayat psikiyatriyi döver”
İnsanı anlama çabasının beni getirip bıraktığı kıyının hangi kara parçasına ait olduğunu anlamaya çalışırken elime bir kitap geçti. Kitabın adı “Politik Psikolojinin Cinleri”. Kitap, yazarın değişik yerlerde ve zamanlarda yazdığı beş makaleden oluşuyor.
İlk inceleme ‘Psikiyatrinin ruh hali’ Türkiye’deki psikiyatri pratiği tarihinden bahsediyor. Yazar, bu metinde psikiyatride tıbbileştirme eğilimine karşı çıkıyor ve ancak Türkiye’de yaşayan insanların somut sorunlarını tartışan bir psikiyatri modelinin toplumun gereksinimleri karşılayabilecek nitelikte olduğunu ortaya koyuyor.
İkinci inceleme ‘Politik psikiyatrinin cinleri’ psikoloji ve psikiyatri pratiğinin kötüye kullanımı hakkında. Yazar, psikanalizin ideolojik bir araca dönüşme öyküsünü anlatıyor ve politik psikolojinin de bu aracı kullanarak kendini var ettiğini iddia ediyor. Yazar, “Psikanaliz, bireysel düzlemde; büyük çoğunluğun ulaşamadığı, pahalı, seçkinci bir hizmet alanı haline gelirken, toplumsal düzlemde; seçkinlerin toplumsal ve toplumlar arası meselelerini çözümlemek için kullandıkları bir bilgi alanı oldu.” (s.31) saptamasını yapıyor ve bu tezin doğruluğunu Türk-Yunan çatışmasını konu alan bir makaleyi çözümleyerek ortaya koyuyor. Politik psikolojinin ideolojik bir aygıta dönüşmesi onu atıl duruma düşürüyor, tam bu noktada da cinler devreye giriyor. Psikolojinin kendi yaratısına sahip çıkma biçimini yazar şöyle ortaya koyuyor: “Anadolu’da cinlere hala inanılıyor ve özellikle değirmenlerde ve subaşlarında var oldukları düşünülüyor. Tarımlı toplumlarda suyun disiplininin ve tahıl ambarlarının korunmasının önemi düşünüldüğünde cinlerin mekânlarının buralar olması anlaşılır. …bu yazarlar toplumların tarihine psikolojik mercekten bakıyorlar ve nereye baksalar kendi cinlerini; seçilmiş travmaları ve zaferleri, çözülmemiş yasları ve en sonunda kardeşliğin imkânsızlığını ve ebedi düşmanlıkları görüyorlar.” (s.59)
Üçüncü inceleme ‘Tanı: mani’, sadece bir psikiyatri kategorisi olarak maninin eleştirisi değil, psikoloji biliminin hastalık, bozukluk ya da sendrom diye nitelediği durumları sorgulama girişimi aynı zamanda. Kliniklerde yaratılan uydurma topluluktan üretilen bilginin, bu bilgiye dayandırılarak yaratılmış olan patoloji kavramlarının yapaylığının; tanı kitaplarının aslında öznel bilgiye dayanmasının, yoruma açık olmasının bir eleştirisi. Metin, insanın toplumsal açıdan farklılaşması sürecinin insanı nasıl ‘neşe’den uzaklaştırdığı ve gülmenin dışlanan bir eylem haline dönüşmesinin hikâyesi olarak da okunabilir.
Dördüncü ve beşinci incelemeler ‘On bin yılın nefesi: Anadolu ruhsallığı’ ve ‘Uygarlık travmaları: bir acı dirlik öyküsü’ ise Anadolu ruhsallığının uygarlığın gelişimi süreci içerisinde çözümlenmesidir. Dindar bu makalelerde, kör nokta sendromunu tanımlar. Yazara göre, bu sendrom ‘uygulayıcıların derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklardan da tuhaf bir yere savrulmuş olma, başka toplumlardaki sayıltıları, kendi toplumlarında sayıklama biçiminde yaşamaları’ (s.88) durumudur. Yazara göre ise Anadolu insanını anlamak uygarlığın temel öğelerinin tarihsel olarak çözümlenmesinden geçer. Bu çözümlemeyi; toplumsal farklılaşmanın arketiplerini, yer bağı gök bağı gerilimini, şamanın dünyası ve rahibin dünyası arasındaki farklılığın ruhsallık açısından nasıl ele alınabileceğini de bu makalelerde bulabilirsiniz.
Psikoloji, ürettiği kavramlar ve ‘depresyon’ gibi hastalık kategorileriyle popülerliğini koruyor. Teknolojik açıdan ilerlemiş toplumlarda bireyin davranışının tahmin edilebilir, hatta kontrol edilebilir olmasının arzulandığını düşünürsek bu kavramların varlıkları ve kategorilerin popülerlikleri daha fazla kaygı uyandırıyor.
Cemal Dindar akıl hastaları ve maruz kaldıkları işlemlerin yaşadıkları kültürün ruhunu ele verdiğini söyler. Dışarısıyla-ötekiyle ya da içerisiyle-kendiyle ya da her ikisiyle de zoru olan her bireyin ‘terapiye uygun’ olduğu söylemi, her bireyin sağaltım gereksinimi olduğunu iddia eden bir psikoloji bilimi de yaşadığımız, parçası olduğumuz kültürü ortaya koyuyor.
Herşeye rağmen, Cemal Dindar’ın kitabını özetlemek için kullandığı ‘Hayat psikiyatriyi döver’ özlü sözü geçerliliğini koruyor, koruyacak da. Bulunduğumuz kıyı hakkında tatmin edecek bilgiler aktaran bu kitabı okumanın, derya içinde ve deryayı bilerek yaşamak ve bilgi üretmek adına anlamlı bir adım olduğunu düşünüyorum.