Özel Eğitim Kurumları’nda çalışan psikologlar MEB’in 27 Mart tarihli genelgesiyle bu alanda önemli bir hak kaybı yaşadı. Yeni genelge psikologları engellilerin eğitiminde ve rehabilitasyonunda zorunlu meslek personeli olmaktan çıkararak çok sayıda psikoloğun işsiz kalmasına neden oldu. Mesleki haklarımızı geri almak için TPD öncülüğünde bir imza kampanyası başlatıldı, basın açıklaması ve yürüyüş düzenlendi. Fakat psikologların alandaki yeri ile ilgili belirsizlik devam ediyor. Tüm bu gelişmeleri bu alanda çalışanlarla birlikte yorumlamak, alanda çalışanların deneyimlerinden yararlanmak ve yapılabilecekleri konuşmak için özel eğitim öğretmeni Burcu Gezgin, uzman psikolojik danışman Ertan Görgü ve psikolog İlham Khalilov’un katılımıyla bir söyleşi düzenledik.
Katılımcılardan Burcu Gezgin, öncelikle özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinin Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan (SHÇEK) alınıp özel sektöre devrediliş sürecini aktardı. SHÇEK’na göre bu kurumlarda mutlaka bulunması gereken meslek elemanları özel eğitim öğretmenleri, çocuk gelişimi uzmanları, fizyoterapistler, psikolog ya da psikolojik danışmanlardı; fakat bu meslek elemanları için herhangi bir sayı kısıtlaması veya görev tanımı yoktu. Avrupa Birliği sürecinde devletin bu engellilerin eğitimini güvenceye alması gerekince, devlet hiç düşünmeden bu yetkiyi özel sektöre devretti ve ciddi ücretler ödeyerek bu süreci destekledi. Eğitimler, bu eğitimlerin sayı ve süreleri ayarlandı ve bu kurumlar Milli Eğitim Bakanlığı’na devredildi. Aynı süreçte, bu kurumlar rağbet gördü ve hem kurum sayısı hem de öğrenci sayısı hızla arttı. Devlet için ciddi mali yük oluşturmasıyla birlikte eğitim süreci ile ilgili kısıtlamalar getirilmeye başlandı. MEB bu kuruluşların rehabilitasyon yönünü düşünmeyerek eğitim kurumu olma özelliğine vurgu yaptı. Bu bağlamda zorunlu meslek elemanları listesini degiştirerek önce psikolojik danışmanların sonra da psikologların derslere girmesini kısıtladı. Bu alanda deneyim sahibi olan, kendini meslek içerisinde yetiştirmiş psikologlar yeni yasa ile mesleğe devam edemez hale geldi. Daha sonra her bir meslek gurubunun görev tanımı yapıldı. Bu tanımlamaya göre psikologlar sadece yaygın gelişimsel bozukluğu olan bireyler için olan eğitimlerin sosyal, duygusal modülünde ve öğrenme güçlüğü olan bireyler için olan eğitimlerin öğrenmeye hazırlık becerilerini geliştirme modülünde görev alabilir hale geldiler. Bu, diğer zihinsel ve fiziksel engellilerin sosyal ve duygusal gelişimlerini yadsıyan bir yaklaşım oldu. Durumu kabullenme sürecinde ciddi sıkıntı yaşayan ailelerin ihtiyaçları ise tamamen yok sayıldı. Bu duruma çözüm olarak, programlara aile eğitimlerinin de eklenmesi gerektiği düşünüldü; fakat kar amaçlı çalışan kurumların bunu onaylaması için bu eğitimlerin maddi bir karşılığının olması gerekiyordu.
Konuşmasının devamında özel eğitimin ekip işi olduğunu belirten Burcu Gezgin, psikologların bu ekibin vazgeçilmez parçası olduğunu vurguladı. Ona göre, psikologların yapmış olduğu en büyük hata bu alanda eğitimci gibi çalıştırılmayı sorgulamamak. Oysa yapılması gereken, alanda eğitimcilerin boşluğunu doldurmak veya eğitimci gibi çalışmak yerine görüşme teknikleri konusunda bilgi edinerek, ailenin ve engelli bireyin psiko-sosyal gelişimine katkıda bulunmak.
Katılımcılardan psikolog İlham Khalilov, özel eğitimin devlet sektörüne devredilmesinin gerekliliğini dile getirerek, istatistiklerle durumu açıkça ortaya koydu: 2008 senesinde bu alanda harcanan para 1 katrilyon, fakat eğitim verilen öğrenci sayısı sadece 70.000 idi. Bu kadar büyük bir meblağ ile MEB’in kendisi çok daha fazla sayıda engelliye, çok daha iyi yapılandırılmış bir şekilde eğitim ve rehabilitasyon hizmeti verebilirdi.
Yeni yasanın psikologlar ile ilgili boyutuna değinen Khalilov, psikologların iş imkanlarının kısıtlanmasına da dikkat çekti. Psikologların diyaliz merkezleri, huzurevleri gibi kurumlarda çalışmaları ile ilgili sınırlılıklar getirildi; zorunlu meslek elemanı olmaktan çıkarıldılar. Aynı süreç şimdi de özel eğitim ve rehabilitasyon için işliyor. Türkiye’de özel eğitimci yetiştiren bölüm sayısı azken, psikoloji mezunu sayısı oldukça yüksek. Psikologların çalışma alanı kısıtlı olunca, yeni mezun psikologlar özel eğitime yöneldi. Bunun sonucunda özel eğitim hep bir ara basamak olarak görüldü ve bu alana yatırım yapılmadı. Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri en nihayetinde kar amaçlı kurumlardır; kurum sahipleri bu alanda bilinçli değil, kar maksimizasyonu gibi dertleri vardır. Dolayısıyla özel eğitimci yerine yeni mezun psikologları çalıştırmak onların da işine geldi. Öte yandan, MEB’de de eğitim boyutu ön planda ve sistemik yaklaşarak ailenin işleyişiyle ilgili sorunları çözme yaklaşımı MEB için çok uzak kavramlar.
Engellilerle ilgili sosyal sorumluluk projelerinde görev almış, kendisi de bir engelli yakını olan Ertan Görgü ise bu süreci engellilerin yönünden ele alarak engellilerin mücadelelerinden bahsetti. 90’lı yıllarda engelli yakınları ciddi mücadeleler verdi, sosyal devlet taleplerinde bulundular; fakat engellilerin varlıkları kabul edilmedi. Yeni düzenlemelerin sonucunda, engelli sayısının 12 milyon olduğu çıktı. Bu sayı zannedilenin çok üzerinde olunca da, zaten AB’nin baskısıyla ortaya çıkan özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri süreci ciddi sorunlar yaşadı. Zaten en baştan beri hatalı olan devletin ‘kervan yolda düzülür’ mantığı ile yola çıkmasıydı.
SHÇEK farklı alanlardan meslek gruplarına yer vererek, bu anlamda daha kaliteli hizmet veriyordu. Mesela, sosyal hizmet uzmanları, psikologlar, psikolojik danışmanlar birlikte çalışıyordu ve psikolojik danışmanlar sadece aile görüşmesi yapabiliyordu, çocuklarla ilgili kısma ise hiç müdahale etmiyorlardı. Daha sonra devlet bu işin üstesinden gelemediği için hizmet satın alma yoluna gitti. Süreç işlemeye başladığında bu hizmet sadece SSK ve Emekli Sandığı’na bağlı olarak sağlık güvencesi olanlara hizmet veriyordu. Daha sonra hiçbir altyapı çalışması olmadan, sadece seçim yatırımı olsun diye, bu hizmet herkese verilmeye başlandı. Böyle olunca da devlet sistemi iyileştirmek yerine, bir takım kısıtlamalar getirme yoluna gitti ve psikolojik danışman ve psikologların görev alanlarını sınırladı.
Ertan Görgü, özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinin SHÇEK’dan MEB’e geçişi ve sürecin buraya kadar gelmesinin nedenleri ile ilgili iki ihtimali vurguladı. Bu ihtimallerden ilki özel eğitim kurumları yapılandırılırken okulların model alınmış olması; okulda rehber öğretmenin derse girmediği düşünülerek, burada da psikolojik danışman ve psikologların derse girmesi engellenmiş olabilir. Diğer ihtimal ise, MEB’in ileriye dönük projeleri. MEB bu alanda 3 meslek grubu tanımlıyor, biri psikologlar ya da psikolojik danışmanlar, diğeri özel eğitim öğretmenleri, bir diğeri ise çocuk gelişimleri ve sınıf öğretmenleri. MEB’in planı, bu üç meslek grubundan MEB’e en uzak olan psikologları uzaklaştırıp, yine oy kaygısıyla sınıf öğretmenlerini sürece dahil etmek olabilir.
Şimdiki durum ise sürekli artan kısıtlamalarla engellilere verilen hakları geri almak. Hitler’in gaz odalarının ilk konuğunun engelliler olması gibi, kısıtlamaların da ilk konuğu engelliler oldu. Zaten devletin yaklaşımı da herkesi potansiyel suçlu gibi görmek; her adımın belirlenmesi, tanımlanması ve belgelenmesi gerekiyor. Kurumun bu süreçteki hatasını da engelli ödüyor, çünkü merkezlere en fazla parayı geri verme cezası veriliyor.
Psikologlar da engellilerin ötekileştirilme sürecine bir şekilde katkıda bulunuyor. Zihnimizde belli bir sınıflandırma yer etmiş durumda; engelli, çocuk, genç, yetişkin, birey ve grup. Engellilerle çalışırken hata yapma toleransı daha fazla gibi bir algı var, ‘Hata yaparsam anlamaz, o zaten engelli’ gibi bir anlayışın ürünü bu. Dolayısıyla psikologlar bu alanı hem hor görüyor hem de tercih ediyor. İşsiz kalma ve yaptıkları işten tatmin olmama arasında bırakılmış durumdalar. Yapılan her yasa değişikliğine tepki de bu iki yaklaşım arasında kalıyor. Özel eğitim bir zıplama tahtası olarak görülüyor; oysa kronik bir problemle beraber yaşamak zorunda olan bir bireyle çalışılıyor. Bu aslında çok travmatik bir deneyim ve hem psikologlar hem de psikolojik danışmanlar böyle bir ortama gelişigüzel bir biçimde atılıyorlar. Sıkıntının kaynağı yasaların tepeden inme yapılması, bu yasaları kimin hazırladığının ve kimden görüş alarak hazırladığına dair bir şeffaflık yok.
Konuşmacılar yasa değişikliğine karşı yapılması gerekenler konusunda hemfikir. İşi mantıklı bir şekilde ele alarak mesleki görev tanımlarının yapılması gerekiyor. Devletin aile eğitimine de ödeme yapması ve aile çalışmasını da güvenceye alması ise bir diğer gereklilik. Ailelerin özel eğitime katılımı çok az, zaten bu alana dair bir bilinçleri ya da engelli çocuklarına dair herhangi bir yatırımları da yok. Bir diğer önemli nokta ise psikososyal gelişimin sadece gelişim bozukluğu olanlar için bir ihtiyaçmış gibi algılanmasının önüne geçmek. Bu anlamda alanda çalışanların söz hakkını artırması gerekiyor. Türk Psikologlar Derneği bu anlamda yetersiz kalıyor, çünkü yönetimdeki kişiler alandan kopuklar. Devlet kurumları da görev tanımı, denetim gibi kalıplaşmış yaklaşımlarıyla özel eğitim kurumlarına bir takım yaptırımlar uyguluyor oysa eğitim ve rehabilitasyon böyle bir süreç değil.