Milgram, İşkence ve Empati
|
|
Güneş Kayacı – Barış Ö. Şensoy
“İnsanların otoriteye direnmeden işkence yapabileceğini gösteren itaat deneyi, yarım asır sonra tekrarlandı ve ‘işkencecilerle empati kurulabilir mi’ sorusu gündeme geldi.” *
Milgram’ın yaptığı “otoriteye itaat” deneyi ilgi çekici bulgulara sahiptir: Rasyonalitesi ve tekilliği öne çıkarılagelen bireyin, aslında çevresel faktörlerin derin bir biçimde etkilendiğini ortaya koyar deney. Şiddet eğilimi ya da psikopatolojik özellikler göstermeyen bireyler, bir otorite figürünün yönlendirmesiyle masum birine öldürücü derecede şoklar uygulamaktan çekinmemişlerdir. Deneyin sorduğu soru; insanların günlük hayatta yapmayacakları ya da yapmayı reddettikleri davranışları otorite altında gerçekleştirip gerçekleştirmeyecekleriydi. Bununla beraber, bulguları bireyin ‘itaat etme potansiyeli’ ya da ‘uyum ihtiyacı’ olarak değerlendirenler de oldu. Ancak bu değerlendirme; bireyin deney koşullarındaki davranışı “doğal” bir şeymişçesine görüyor; toplumsal süreçleri ya da otorite ile birey arasındaki ilişkilerin büyük bir kısmını belirleyen tarihsel koşulları hesaba katmıyordu.
Yakın zamanlarda deneyin tekrar uygulanması üzerine, görüşlerine başvurulan saygın sosyal psikolog Çiğdem Kağıtçıbaşı şunları belirtti: “Öncelikle daha çok birey düzeyinde bir olay bu. Genel olarak ideolojilerden ya da benzeri olgulardan çok fazla etkilenmiyor. Deneylerde daha temel insan davranışları söz konusu. Genel politikalarla o kadar ilgili bir şey değil. Burada insanın otoriteye karşı itaate yönelme eğiliminin yüksek olduğu görülüyor.” Bu saptama, yani insanın otoriteye itaat etmeye kendiliğinden bir eğilimi olduğu iddiası modern iktidarı ve politik örgütlenme biçimlerini, tek politika ve iktidar biçimi olarak kabul etmektedir. Oysa otorite bir yandan maddi ve fiziksel bir şeyken; kendini yasalarla, kurumlarla, bürokrasiyle, uzmanlarla ve silahlarla gerçekleştiriyorken, bir yandan da kendisinden başka bir şeyin mümkün olmadığını sürekli doğrulamak zorundadır. Tek bir deney ile gerçekliğin bütün çehrelerini açıklamaya çalışmanın ya da kısa yoldan neden-sonuç ilişkilerini kurmanın problematik yönünü bir kenara bırakalım bir an için. Neden bu deneyi, “insan otoriteye itaat etmeye eğilimli bir varlıktır” yerine “otoritenin olduğu yerde şiddet otomatik olarak vardır; dolayısıyla şiddeti yok etmek için otoriteyi yok etmek gerekir” şeklinde yorumlamayalım ki? Otoritenin, iktidar biçiminin değiştiği bir toplumsal örgütlenmede otoriteye itaat deneyi de anlamını yitirecektir. Pierre Clastre, kabilelerde şefin bir arabulucu ve savaş zamanında komutan olmaktan öteye geçmediğini, “şef olacak kişi, cömert ve adil olmalıdır” ilkesi ile şefin politik ve ekonomik olarak avantajlı konuma geçme ihtimalinin sürekli olarak denetlendiğini ortaya koymuştu. Milgram deneyinde gözden kaçırılan bir unsur da, işkencenin iki kişi arasında gerçekleşen bir olay olarak düşünülmesidir. Bir kişi elektrik vermekte, bir kişi acı çekmekte, otorite figürü ise orada “bulunmaktadır”. Oysa, işkencenin bir araç olduğunu ve devletin şiddet mekanizmalarından bağımsız düşünülemeyeceğini kabul ettiğimizde resim tamamen değişir. İşkence uygulayan tarafta da, işkence gören tarafta da olsa, birey bir devlet deneyimi yaşamaktadır: İşkence, her zaman iki kişinin çok daha ötesindedir. İktidar maddileşmekte, devletin kurucu şiddeti kişinin yaşantısına temas etmektedir. Devletin “ideal şiddet seviyesine” dair bir varsayım söz konusuysa, devletin şiddetin uzmanı (yani polis), bu şiddeti “şüpheli vatandaşlar” üzerinde makul bir biçimde (yani yasalar çerçevesinde) uygulamayı başaran (yani iyi polis) ya da başaramayan kişi (yani işkenceci) olur. Böylece, devlet ve devlet şiddeti bir tartışma meselesi olmaktan çıkar, sağlıklı/hastalıklı, eğitimli/cahil, agresif/sakin bireyler tartışma konusudur artık. Bu bakış açısına göre, gözaltında yaşanan ölümler birkaç kendini bilmez yetkilinin suçudur ya da olayda ihmal vardır. Oysa, 12 Eylül ve Diyarbakır Cezaevi örnekleri, işkencenin bireysel bir edim olmaktan çok, sistematik olarak kullanılan bir yöntem olduğunu açıkça göstermektedir. Belki de şu soruyu da sormak gerekir: İşkencecinin otoriteye itaat eden yanı mı aslidir, yoksa devlet eliyle yetiştirilmiş ve görevlendirilmiş bir şiddet uzmanı oluşu mu?Milgram deneyi ve deneyin bulgularının dillendirilme şekilleri, bilgi üretmeye dair bir çok şey hatırlatır. Davranışın ve bilişin, insan müdahalesinden bağımsız bir şekilde incelenebileceği düşüncesi, olguları değerlerden ve gözlemi düşünceden ayıran bir bakış açısı oluşturur. Bu bakış açısı, tarihi ve sosyal olayları da ölçülebilir ve dışardan olarak anlamlandırılabilir bir şekilde açıklamaya çalışır. İnsanların başkalarının hayali, fiziksel ya da örtük varlığı karşısında davranışlarını araştıran sosyal psikoloji bu açıklamalar için bir zemin oluşturur. Çoğunlukla laboratuar ortamına çağırılan deneklerin belli koşullar altında nasıl davrandıkları gözlemlenir ve bir takım sonuçlara varılır. Bu sonuçlar bağlamında bulgular değerlendirilir ve yorumlanır. Althusser, masum okuma yoktur, demişti: Bir deneyin bulgularını değerlendirmek ve yorumlamak, yalnızca gerçeği yansıtmak değildir; aynı zamanda inşa edilen gerçekliğe bir tuğla koymaktır. Bundan dolayı da politiktir, nesnel ve evrensel değildir, her halükarda taraf olmaktır.
*http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=914129&Date=01.01.2009&CategoryID=79
Meraklısına: Pierre Clastre, Devlete Karşı Toplum. Çevirenler: Mehmet Sert, Nedim Demirtaş. Ayrıntı Yayınları.
|
|
|
|
DUYURU / ETKİNLİKLER
|
|
METİNLER
|
|
DENEYİM AKTARIMI
|
Facebook
|