Kapitalizm, savaş ve insan… Kapitalizmin yarattığı ekonomik krizin sonucu olarak, Türkiye’de ve dünyada işsizliğin sürekli arttığını gösteren araştırmalar yayınlanmakta, aynı araştırmalarda iş sahibi olan işçi ve emekçilerin de iş güvencesinin ve sendikal – sosyal haklarının daraltıldığı ortaya konmaktadır. Bununla birlikte, yıllardır süren savaş koşulları insanların en temel haklarını ihlal etmekte ve birlikte özgürce, eşit yurttaş temelinde yaşamalarını engellemektedir.
Kriz ve insan… Ekonomik krizler ve bunların yol açtığı işsizlik ve yoksulluk sadece iktisadi olgular değildir. Kişiler, hayatta kalma mücadelelerini bu koşulların içinde gerçekleştirir ve dünyayı bu koşullar içerisinde anlamlandırırlar. Bu boyutuyla işsizlik bireyde önemli yansımaları olan toplumsal bir durumdur. Dolayısıyla işsizliğin deneyimleniş biçimi psikoloji biliminin de konusu olmuştur. Psikoloji, diğer bilimsel disiplinler ve bilgi üretme süreçlerinde olduğu gibi kavramlarını belirli toplumsal ve politik koşullar içerisinde üretmektedir. Psikolojinin ürettiği kavramların, iktidar ilişkilerine dayanarak ve bu ilişkileri meşrulaştırma amacıyla üretildiğini göz ardı etmeden, ekonomik krizlerin insanlar üzerindeki doğrudan etkilerini psikopolitik bir dil ile ortaya koymak gerekiyor
Kapitalist sistemin sermaye odaklı bir iktisadi sistem olmasını sonucunda; işsiz olmanın yok olmak ile eşit olduğu ve tutulduğu bu düzende, kriz dönemleri birey üzerinde bir tehdit oluşturur. Bu tehdit sonucunda bireylerin daha edilgen, atıl ya da pasif bireylere dönüşme ihtimali vardır. Bir diğer ihtimal ise ekonomik krizin birey üzerindeki tehdidinin imkâna dönüştürülmesidir.
Barış, kimlik ve insan… Psikoloji düşüncesi kişinin, kendisini tanımladığı kimliği ile var olduğu esasına dayanır. Dili, inanç sistemi, cinsiyeti ve cinsel yönelimi, kendisini tanımladığı etnisite ile hep birlikte bir bütün olarak var olan her insanın, ancak bu kimliklerine saygı duyulduğu ve kimliklerinden dolayı herhangi bir ayrımcılığa uğramadığı bir dünyada kendisini “daha sağlıklı” biçimde var etmesi mümkündür.
Etnisite üzerinden yürütülen, yıllardır içinde bulunduğumuz iç savaş koşullarında; sadece savaşa doğrudan maruz kalan bireylerce değil, toplumsal olarak etki altındaki tüm bireyler tarafından barışa duyulan özlem had safhaya ulaşmıştır. Kişilerin ve toplumların “psikolojik iyiliğini” hedefleyen psikologların, bireylerin tüm kimlikleriyle kendilerini eşit ve insanca bir yaşam içinde var edebilmeleri ve bunun gerçekleşebileceği barış ortamının hazırlanması için çaba harcamaları en az toplumun diğer mesleki kesimleri kadar elzemdir.
Ne yapabiliriz?.. Sistemin gözünde sadece birer sayı veya istatistik olabiliriz ama biliyoruz ki bu büyük rakamları oluşturan her bir rakam bir insandır ve her birimiz rakamların normalleştiremeyeceği kadar değerliyiz.
Kapitalizmi değil kurbanları suçlama eğilimde olan egemen psikolojinin aksine, bu noktada, ezilenlerin yanında yer alan Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği Girişimi olarak söyleyecek bir çift sözümüz var. İşsizlik ve kapitalizmin yarattığı bütün sorunların insanlar üzerindeki etkileriyle başa çıkabilmek için bireysel terapi ve tedavi yöntemleri bir etkiye sahip olsa da bu etki oldukça sınırlı ve geçicidir; asıl iyileştirici olan dayanışma ve mücadele pratikleridir. Psikolojinin dayattığı "bireyselcilik", içinde yaşadığımız koşulları değiştirme yolunda dayanışma ve örgütlenme mücadelemize ket vurmaktadır. Kişi, uzay boşluğunda kendini inşa eden bir yapı değil, toplumsal koşulların bir ürünüdür ve psikoloji, insanları toplumsal koşulları değiştirmeye itmedikçe kalıcı çözümler üretilemez. Kapitalizmin ve savaş koşullarının bize dayattığı rekabet, yalnızlaşma, yabancılaşma, hayatlarımızın bin bir parçaya bölünmesi, hayatımız ve dünya hakkında söz sahibi olamama, “deli”leşme, yoksullaşma, mutsuzluk gibi sorunlarla mücadele etmek ancak: dayanışma ve birlikte mücadeleyle olur. Herkes için sosyal bir hak olarak gördüğümüz ücretsiz ve nitelikli psikolojik destek, bize süreksiz çözümler sunar. Özne ve özgür olmamızın yolu ancak işsizlik ve onu yaratan ekonomik, toplumsal koşulları dönüştürmek, kimliklerin özgürce ve eşit biçimde var olabileceği barış ortamını tesis etmek için, birlikte mücadele etmekten, dayanışmadan, dünyayı dönüştürürken kendimizi dönüştürmekten geçer.
2010 yılının, insanca yaşamın en temel gereklilikleri olan; güvenceli, sendikal ve sosyal haklara sahip olunan iş imkanlarının yaratıldığı, bütün kimliklere eşit ve özgürce yaşam hakkının tanındığı ve barışın tesis edildiği yeni bir yıl olması dileğimize…
Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği Girişimi