TEKEL işçilerinin direnişi hızını kesmiyor. Toplumun, işçilerin talepleri ve direnişinin meşruiyetine olan inancı güçleniyor ve perçinleniyor. Bununla güçlenen işçiler, taleplerinde direniyor, geri adım atmayı reddediyor; onlar direndikçe daha fazla insan mücadele hattına daha da güveniyor. İki aydan bu yana Ankara soğuğuna aldırmadan çadırlarda bekleyen, sağlığını tehlikeye atan, açlık grevlerine başlayan TEKEL işçilerinin üzerinde psikolojik yıldırma politikası uygulanmaya çalışılıyor. İşçileri; “sendikaların oyununa gelmekle”, “haddini aşmakla” suçlayan hükümet, toplumsal dayanışma ile işçilerin yanında olan tüm kesimleri de “marjinal, uç gruplar”, “PKK’lı provokatörler” olarak addediyor ve Ankara Polisi işçilere ısınma ve yemek ihtiyaçları konusunda destek sağlayan grupları savcılığa şikayet ediyor. Biz psikologlar olarak bütün bu sürecin, işçilerin haklı direniş gücünü kırma çabası olduğunu biliyor, bu süreci tersine çevirmek ve işçilerin mücadelelerinde daha da güçlenmeleri için bu psikolojik yıldırma öğelerini anında deşifre edeceğimizi ve işçi arkadaşlarımızla paylaşacağımızı ilan ediyoruz.
TEKEL işçilerinin direnişinin meşruiyeti ve azimli mücadelesi, tüm coğrafyaya yayılırken, psikologlar da bu sürece kayıtsız kalamıyor. Bu meşruiyet, onları da direnişçilerin yanında olmaya, kendi bilgilerini onların hizmetine sunmaya motive ediyor. Yalnızca demokratik mücadelenin temsilcisi bireyler olarak değil; psikologlar ellerindeki teori ve pratiği de bu alana taşımak istiyorlar; aynen doktorlar ve berberler gibi. Bir cümle içerisinde; doktor, berber ve psikologun aynı anda geçmesi, TEKEL işçilerinin mücadelesinin toplumsal dayanışmayı uyandıran bir mihenk taşı olduğuna işaret ediyor.
Psikologlar ve psikoloji öğrencilerinin tartışma platformlarına gönderilen çağrılar gösteriyor ki; psikologların bir kısmı TEKEL işçilerinin yaşadıklarını travma ekseninde kavramsallaştırmaya çalışıyor ve işçilere yönelik psikososyal desteğin bu eksende üretilmesi gerektiğini düşünüyor. Travma, hayata ya da beden bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehdide maruz kalma veya buna tanık olma durumu şeklinde tanımlanmıştır. Travmayı karakterize eden olgu çaresizlik hissidir: Kişinin olay anında yaşadığı öznel çaresizlik hissi, travmanın şiddetini ve etkilerini önemli ölçüde belirler.
İşten çıkarılma ve özlük haklarının yitimi tehdidinin, güvenlik hissini, dünyanın belli ölçüde tahmin edilebilir olduğu düşüncesini ve kendine yeterlik duygularını kesintiye uğratması açısından ciddi bir psikolojik terör yaratması muhtemeldir ve bu açıdan travmatik yaşantılarla benzeştiği düşünülebilir. Ancak, işçilerin direnişinde yaşanan süreçleri travma sonrası yaşantı ve işçilerin öznel deneyimlerini de travmayla ilişkili stres olarak değerlendirmenin, hem konuyu anlamada hem de destek amaçlı pratik uygulamada ciddi riskler yaratabileceğine inanıyoruz.
TEKEL İŞÇİLERİ ÇARESİZ DEĞİL
Öncelikle, direniş aktif katılımla oluşturulan bir üretimdir. Direnişin, bir tepki olarak ortaya çıktığı düşünülse de, birçok insanın katkısıyla, sorumluluk ve inisiyatif almasıyla var olduğu unutulmamalıdır. Direnişi, dışardan gelen uyarana verilen bir tepki olarak düşünmek, direnişin içindeki üretici ve hareketli unsurları görmezden gelmek ve aşırı indirgemeci davranmaktır. TEKEL işçilerinin verdikleri mücadelenin yarattığı etkilerin, travmatik yaşantıya verilen bir tepki olduğu düşünülmesi halinde; direnenlerin bir direniş örgütlemek için sarf ettikleri çabalarının ve mücadelelerinin anlamının gözden kaçırılacağını düşünüyoruz..
Travmaya dair kuşatıcı bir duygu olarak çaresizlik hissinin ise, TEKEL işçilerinin direnişi söz konusu olduğunda çok farklı veçhelere büründüğünü görüyoruz. TEKEL işçileri, çaresiz hissetmiyorlar: Süregelen bir programları, hedefleri ve çeşitli yöntemleri var. Ancak, başbakan ve hükümetin çeşitli üyeleri, yaptıkları açıklamalarla sürekli olarak TEKEL işçilerine çaresiz olduklarını hissettirmeye çalışıyor; bu şekilde süreci dağıtabileceklerini düşünüyorlar. İşçiler, eğer ki bu saldırılar sonucunda çaresiz olduklarını hissederlerse; süreç değişebilir; ama illa ki hükümetin beklediği yönde değil. İşçileri mesajlarıyla bunaltanlar, acaba ezilenlerin şiddetinin temel bir unsur olarak belireceği diğer olasılıkları hiç düşünüyorlar mı? Yoksa, herkesi istedikleri şekilde yönlendirebilecekleri şeklinde, psikopatoloji literatüründe “kadirimutlaklık” veya “büyüklenmecilik” diye adlandırılan bir savunmaya mı sığınıyorlar, kendi sıkıntılarıyla baş etmek için? TEKEL işçileri, direnerek çaresiz olmadıklarını kanıtlamakla beraber, sürekli uyandırılmaya çalışılan çaresizlik hissiyle de, dayanışma yoluyla aktif olarak mücadele ediyorlar. Çaresizlik, bir duygudan ötededir artık Tekel işçilerinin direnişinde; artık politik bir anlam kazanmış durumdadır. Çaresiz olmadıklarını görmek ve göstermek, TEKEL işçilerinin direnişinde temel bir unsur olarak birçok sürece damgasını vurmaktadır ve psikologlar da bu yönde destek sunmalıdır.
Öfke ve stresin, günlük yaşamda bizleri tüketen ve birçok sosyal ortamda çözüm üretmemizi engelleyen unsurlar olarak karşımıza çıktığını söylemenin, öğretici bir yanı olmadığını düşünüyoruz. Öfkenin anlamının, süreçle bu kadar iç içe olduğu bir ortamda, öfkenin ehlileştirilmesi hangi temellerde yapılabilir sorusu, birçok psikologun karşısına yalnızca bu sürece dair değil, genel bir soru olarak çıkmaktadır aslında. Öfkenin üretici olduğu, güçlendirici olduğu bir durumla karşı karşıyayız TEKEL işçilerinin direnişinde. Bir psikologun böyle bir durumda yapması gereken nedir peki? Cevabını biliyoruz; psikologların yapması gereken işçilerin öfkesini, mücadelelerini güçlendirecek yönlere kanalize etmelerini sağlamaktır. Öfkeyi yok etmek, direnişi yok etmektir. Öfkenin doğru yönlere kanalize edilmesi ise direnişi güçlü kılmak ve ezilenlere destek olmak demektir.
ANKARA’DA ÇOK ÖZEL BİR ŞEY OLUYOR
Ankara’da şu an çok özel bir şey oluyor ve birçoğumuz bunu daha iyi anlamak için kendimize sorular sorup duruyoruz. Psikologlar olarak, ister istemez aklımıza “burada neler yaşanıyor” ve “ neler yapılabilir” soruları geliyor. Ancak, politik taraf olmadan burada olanlara dair bilgi ve pratik üretmek pek de mümkün görünmüyor. Bunun nedeni ise, objektiflik denilen şey aracılığıyla bakılmaya çalışıldığında, görünenler yalnızca öfke, stres, iletişim kuramayan iki tarafın mücadelesinden öteye geçmiyor. TEKEL işçisinin yanından bakıldığındaysa, resim berraklaşıyor: Güvencesiz iş koşullarının değiştirdiği yaşamlar ve mücadele etmenin ürettiği pozitif değerler ortaya çıkıyor.
Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği Girişimi olarak, TEKEL işçisinin mücadelesinde tarafız. Biz de kendi alanımızda kendi haklarımız için mücadele eden psikologlarız. Biliyoruz ki mücadele çeşitli zorluklar içerir. Bu süreçlerde öfkemizi birbirimize yönlendirebilir, yakınlarımızı, kendimizi yıpratabilir, belki de çocuklarımızın bu süreçte yaşadıkları sorunlara çözüm bulamayabiliriz. Biz öncelikle birlikte mücadele ederek ve sonrasında sahip olduğumuz bilgi ve yöntemi onlarla paylaşarak mücadeleyi beslemek yönünde TEKEL işçisinin yanında olacağımızı; öfkemizi, teorimizi ve pratiğimizi düzene karşı yöneltmek için 14 Şubat Pazar günü Tekel işçilerinin yanında olacağımızı ve mücadelelerine omuz vereceğimizi ilan ediyoruz.
Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği Girişimi
* Bu metin 13 Şubat 2010 tarihli Evrensel gazetesinde yayımlanmıştır: http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=65030