Büyükşehir belediyesinin geçtiğimiz seçimlerde başta AKP’nin oy kaynağı olmuş beldeler olmak üzere birçok beldede açtığı Kadın Aile Sağlığı merkezleri psikologların da meslek tarihleri boyunca basına yansıyan ilk direnişlerine tanıklık etti. Kamu dışında özel eğitim ve sağlık kurumlarında istihdam edilen psikologlar birkaç yıl öncesine kadar iş bulmakta zorluk yaşamayan bir meslek grubuyken son yıllarda özellikle de mesleki konumlarını düzenleyen bir yasadan yoksun olmalarının ve çalışmalarını düzenleyen yönetmeliklerin sık sık değişmesinin bir sonucu olarak işsizlik ve işten çıkartma gibi gerçekliklerle karşı karşıya gelir olmuştur. Buna özellikle 2000’lerin ilk yıllarında açılan irili ufaklı birçok özel üniversitenin mezunlarını vermesi de eklenince 2000’lerin ortalarına kadar mezun olmalarının hemen ardından Türkiye ortalamasının çok üstünde bir gelire kavuşabilen psikologlar işsizlik, düşük ücret, güvencesiz iş ve hatta staj ve eğitim adı altında kayıt dışı istihdam gibi uygulamalarla karşılaşmaya başladı.
Kadın ve Aile Sağlığı Merkezleri ise psikologları hak ihlalleri, güvencesizleştirme, sendikasızlaştırma ve hatta iş cinayetleri konusunda dosyası oldukça kabarık olan taşeron olgusu ile karşı karşıya getirdi. 2007 senesinden beri belediyenin sunduğu bir hizmet olarak özellikle emekçi mahallelerinde hizmete sokulan Kadın Aile Sağlığı Merkezleri’nde hekim, hemşire ve laborantların yanı sıra sağlık personeli olarak psikologlar da çalışmaktadır. Büyükşehir belediyesi, belediyecilik görevi olan bu halk sağlığı hizmetini Sağlık A.Ş. isimli taşeron şirket yoluyla özelleştirmiş, psikolojik hizmet içinse bu şirkete bağlı çalışan ikinci bir taşeron şirket olan Medar devreye girmiştir. Medar’ın patronuna baktığımızda aynı zamanda Medical Park Hastanelerinin de hissedarı olan Ahmet Özdemir’i görüyoruz. Bu sağlık işletmesinin bir diğer hissedarının Emine Erdoğan olduğu da kamuoyunca tıpkı belediye ihalelerinin arkasındaki politik çıkar ilişkileri kadar malum.
Psikologları oldukça düşük ücretlerle çalıştıran Medar bu düşük ücretlerin telafisi olarak eğitim ve süpervizyon vaat etmekte, bu da özellikle genç psikologlar için oldukça çekici görünmekteydi. Zira psikologlar, terapi ve danışmanlık yapabilmek için lisans süresince verilmesi gereken eğitimi yüksek ücretler karşılığı, hatta bazıları bizzat üniversitede hocaları olmuş kişilerden almak zorunda bırakılan bir meslek grubudur. Mesleki bir hak olan mesleki eğitim, bu işi birçok genç psikolog için çekici hale getirmekle kalmamış aynı zamanda işveren tarafından çalışanlar üzerinde baskı unsuru olarak da kullanılmıştır. Taşeronun çalışanların hakkını gasp ederken, olası bir direnişi engellemek için kullandığı bir diğer çarpıtma ise merkezlerde halka “yardım” ediliyor olduğu yalanıdır. Bir sosyal hak olan psikolojik hizmetin, yardım kisvesine büründürülmesi, hizmetlerin özelleştirilmesinin üstünü örtmekle kalmayıp, psikologlar arasında da yaşadıkları hak ihlallerine yönelik eyleme geçme şevkini kıran bir rol oynamıştır.
Bu merkezlerde verilen psikolojik danışmanlık hizmetlerinin koordinasyonu, sağlıktan çok taşeron şirketin istek ve taleplerinin karşılanmasını sağlamaya yönelik görevler üstlenen psikolog koordinatörler tarafından yürütülmektedir. Örneğin bu koordinatörler taşeron şirketin emirleri doğrultusunda merkezde çalışan psikologlardan, ertesi gün randevusu olan danışanların bir gün önce telefonla aranmasını talep etmiştir. Psikologlar çoğu kadın olan danışanlarından bazılarının seanslara geldiğinin aileleri tarafından bilinmediğini öne sürerek bunu yapmayı reddetseler de danışana zarar verme tehlikesi taşıyan bu uygulama koordinatörler tarafından ısrarla dayatılmıştır. Koordinatörler çalışma süresince sadece sağlık alanında değil emek alanında da yaşanan tüm hak gasplarına tepkisiz kalmanın ötesinde bu gaspların bizzat uygulayıcısı olmuşlar, işe iadeler için açılacak davayı son ana kadar engellemeye çalışmışlar, dava açıldıktan sonra da psikologlara “dava açtıkları” için tazminatlarının ödenmeyeceğini söylemişlerdi. Merkezde çalışan psikologlarla olan diyaloglarında “halka yardım ediyor” oldukları söylemini sık sık kullanan bu koordinatörler, meslektaşlarının yaşadıkları hak ihlallerinin bizzat uygulayıcısı olmuşlardır.
Zira halka yönelik bu “yardım”ın ardında yatan kar güdüsü ve oy hırsı kendini en açık haliyle psikologların çalışma hayatlarında görünür kılmış, burada çalışan psikologlar hizmetin niteliğini değil niceliğini arttırmak yönünde baskı görmüşlerdir. Bazen uzun yıllar sürebilecek bir periyodik hizmet olması gereken psikoterapi ve psikolojik danışmanlık hizmetleri, bir danışanla çoğunlukla haftada bir yapılan seansların gerekli süre boyunca aksatmadan yürütülmesi biçiminde verilmelidir. Burada çalışan psikologlara ise hedef olarak mümkün olduğu kadar çok danışan ve kafa sayısına bağlı bir hizmet anlayışı dayatılmıştır, bu da verilen hizmetin niteliğini sorgulanır hale getirmiştir.
Bir yandan belediyenin oy kaygısını, bir yandan kendi karını düşünen Medar, işçilerini ücretlerin ödenmemesi ve işten çıkartma gibi uygulamalarla da karşı karşıya bırakmıştır. Geçtiğimiz yılın Eylül ve Ekim aylarında maaşlarını alamayan psikologlar bunun sonucunda iş yavaşlatma eylemine gitmiş, durumunu kritik gördükleri danışanlar dışındakilerle görüşme yapmamış ve görüşme raporu vermemişlerdir. Eylemin ikinci gününden sonra psikologlar maaşlarının ödenmesi sonucunda eyleme son vermişler, fakat psikologların maaşları yatırıldıktan sonra bile temizlik işçilerinin emeklerinin karşılığı yine verilmemiştir.
Eylemde psikologların karşılaştıkları bir diğer ilginç durum da ne istihdam süreçlerinde, ne de çalışma hayatlarında hiç muhatap ol(a)madıkları belediyenin eylemi haber alır almaz yetkili gönderip bu psikologların haklarında tutanak tutturmakta geç kalmamasıdır. Gelen yetkililer hem çeşitli sözlü taciz uygulamalarıyla eylemi kırmaya çalışmış hem de sözleşmelerinin yenilenmeyebileceğini söyleyerek eylemcileri tehdit etmişlerdir. Psikologların yasal haklarını kullanmalarına karşı ne belediye ne de taşeron şirket hukuk dışı mekanizmalara başvurmaktan hiçbir süreçte çekinmemiştir.
Zira 2010 yılında girildiğinde başta iş yavaşlatma eylemine katılanlar olmak üzere 55 psikolog, sözleşmelerinin yenilenmemesi koşuluyla işten çıkartılmıştır. İşten çıkartılan psikologlara kıdem ve ihbar tazminatı ilk aşamada ödenmemiştir. Bunun sonucunda psikologların birçoğu hak arama mücadelelerine devam etmek konusunda isteksiz davransa da, 8 psikolog işe iadeleri ile kıdem ve ihbar tazminatı haklarının temini için hukuki yollara başvurmuştur. Bu psikologlar merkez koordinatörleri tarafından tazminatlarının ödeneceği vaadiyle dava açmaktan vazgeçirilmeye çalışılmış, sonrasında da “dava açtıkları için tazminatlarının ödenmeyeceği” söylenmiştir ve gerçekten de sadece hukuki yollara başvuranlar dışındaki mağdurların kıdem tazminatları ödenmiştir. Taşeron şirket hak arayan işçiye tahammülü olmadığını ve işçiyi bu mücadelesinden vazgeçmek için elinden geleni ardına koymadığını bir kez daha göstermiştir.
Kadın Aile Sağlığı Merkezlerinde yaşananlar belediyelerdeki taşeronlaştırmanın sonuçlarını tüm ürkütücülüğü ile göstermekle de kalmamaktadır. Sosyal bir hakkın ‘yardım’a indirgendiği bu merkezlerde 72 psikolog bile talebi karşılamak konusunda yetersiz kalırken, psikologların sayısı 17’ye indirilmiş; bu da bu psikologların çalıştıkları belde halklarının zaten yetersiz olan psikolojik hizmetten mahrum kalmasıyla sonuçlanmıştır.
Kadın ve Aile Sağlığı Merkezi’nde yaşananların ortaya koyduğu bir diğer durum özellikle de psikologların kendi konumlarını anlamlandırmaları açısından önemlidir. Büyük bir kısmı kamu emekçisi olarak, geri kalan nerdeyse tamamı da küçük ölçekli işletmelerde istihdam edilen psikologlar bu merkezlerde aynı sermaye kuruluşunun çatısı altında bir araya gelmiş ve her ne kadar inatçı bir direniş gösteremeseler de ortak çıkarları etrafında birleşmeyi başarabilmiş ve belki de çıkarlarının işçi sınıfının çıkarlarıyla ortak olduğu sezgisine kavuşmuştur. Propagandif niyetlerle ve kar amacı güden bir taşeron eliyle yürütülen bir “sağlık” çalışmasının zorunlu sonucu olan niteliksizleşme ve eşitsiz hizmetine tanık olan psikologlar sistemin işleyiş mekanizmalarına ilişkin bir farkındalık kazanmıştır.
Bu süreç psikologların öz örgütlenmesinin önemini de tekrar göstermiştir. Eleştirel ve ezilenlerden yana psikologların dernek girişimi olan Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği Girişimi(TODAP-DER) ise meslektaşlarının yaşadıkları hak ihlallerine karşı onlarla dayanışmaya girmiş ve 27 şubat tarihinde sendika ve kitle örgütlerinin de katılımıyla bir basın açıklaması düzenleyerek bu psikologların mücadelelerine destek vermiştir. TODAP-DER Girişimi psikologların her alanda yaşadıkları hak ve etik ihlalleri konusunda yanlarında olmanın yanı sıra, psikologları sendikalara çağırarak da ortak çıkarlar etrafında birleşmenin çağrısını yapmaktadır.
“Psikologların çıkarları işçi sınıfının çıkarlarıyla ortaktır” diyen TODAP- DER’li psikologlar bu anlayışın ağırlıklı olarak orta sınıf algısının belirlenimi altındaki psikologlar arasında yayılması için çalışmalarını sürdürmeye kararlıdır. Psikologların toplumsal meselelere insani ve mesleki mesafeler koymasını kabul etmeyen bu psikologlar tüm ezilenlerin yanında olmayı da kendilerine öncelikli görev olarak belirlemiştir.
* İlgili haber: http://bianet.org/biamag/saglik/120462-psikologlar-meslek-ve-saglik-hakki-icin-direniyor