Anormal ve klinik psikoloji üzerine

Derleyen: Miray Erbey

Orjinal makale için: Rachel T., Hare-Mustin, J. Marecek.(1997). Abnormal and Clinical Psychology: The Politics of Madness. Critical Psychology: An Introduction. Sage Publications.

Anormal ve Klinik psikoloji ile ilgili bu yazıda, psikolojik teşhislerin ve müdahale şekillerinin adil olmayan sosyal durumları nasıl pekiştirdiğine; ve beyaz, orta sınıf Kuzey Amerika’lılardan yola çıkılarak varılan normların diğer topluluklara nasıl dayatıldığına değinilecek. Aynı zamanda “İyi hayat” ve “İyi toplum” nosyonlarına yaslanarak bireyselliğin, bir kurtuluşmuş gibi sunulması da aynı eleştirel çizgide ele alınacaktır.


Sosyal oluşturmacılık (social constructivism) bilginin çoğunlukla sosyal uzlaşmaya dayandığını varsayar. Sosyal uzlaşmanın dayanağı ise dildir. Sosyal oluşturmacılığa göre dil yalnızca gerçekliğin aynası değildir; aynı zamanda gerçekliği yapılandırma gücü de vardır. Bir kelimenin kullanım yaygınlığı o kelimenin nasıl algılandığını da etkiler. İnsanların, deneyimleri hakkında konuşma biçimleri, deneyimlerinin ne olduğunu belirler. “Nevrotik” tanısı almış olmanın, hem başkalarının tanıyı almış olan kişi hakkındaki düşünceleri , hem de de tanı konulan kişinin kendini algılama biçimi üzerinde büyük etkisi vardır. Yani, sosyal oluşturmacılık teorisine göre dili üreten ve böylece gerçekliği de şekillendiren biz, daha çok özneyizdir, fakat konvansiyonel psikolojiye göre çoğunlukla herkes nesnedir; insanların kaderlerini tayin etme haklarının olmadığı gibi, içinde bulundukları çevrenin de etkisinin olmadığı varsayılır. Konvansiyonel psikoloji genellikle kişiyi çevresinden soyutlar. Bireyi, içinde bulunduğu koşullardan izole edilmiş, uzay boşluğunda salınan bir varlıkmış gibi ele alır. Bu izole edilmişlik hali, bireye çevresini değiştirmeye gerek kalmadan, dertlerinden sadece kendini kurtararak kurtulabileceğini söylerken, ona sahte bir bağımsızlık yükler.

Roland Barthes’a (1972) göre dil, güçlü olanlarca kategorize etme, tanımlama ve sıralamada kullanılan bir işaret sistemidir. Dilin üzerinde egemenlik kurmak ve anlamlar yaratmak, iktidarların elindeki önemli silahlardır. İktidar odakları dili kaynakların eşitsiz paylaşımını görmezden gelecek ve kendi iktidarlarını pekiştirecek şekilde yeniden üretirler. Dil üzerinden anlam yaratma amacıyla kullanılan araç çoğunlukla medyadır. Çok basit bir deneyle, toplumda fikirlerin maruz kalınma ile benimsenme arasında bir orantı olduğunu görebiliriz. Toplumda egemen fikirler statükoyu korur, var olan güç ve sosyal hiyerarşiyi meşrulaştırmaya yarar.

Foucault’a göre, neyin normal olup olmadığına karar vermek disipliner rejimlerin özelliğidir. Normal ve anormal gibi kategoriler davranış ideallerinin olduğunu belirttikleri gibi, hangi davranışlardan kaçınılacağını ve diğer insanlarda hangi davranışların damgalanacağını da söylerler.

Eleştirel psikoloji geliştirmenin asıl kaynakları işçi sınıfı, ezilenler, kadınlar ve köşeye itilmiş etnik gruplardan çıkacak alternatif yollardır. Bu, özellikle, statükoyu sarsmak, yeni bilgi biçimleri ve uygulamalar üretmek için gereklidir ve eleştirel psikolojinin görevi bu yolları insanlara benimsetmektir.

DSM
 Kategoriler ortak bir dillde konuşmaya yardımcı olurlar. Ayni sistemi kullanan değişik teşhiscilerin aynı teşhisi koyabilmeleri için oluşturulmuş bir araçtır. Fakat bugün klinikçiler teşhis konusunda anlaşamamakta, örneğin bir tabloya ABD’de şizofreni teşhisi koyulurken, aynı tablo İngiltere’de “bipolar bozukluk” teşhisi alabilmektedir . Sosyal oluşturmacılık perspektifi teşhislerin zaman ve mekanlarının ürünü olduklarını öne sürer.

DSM’de daha önce yer alan teşhislerden biri olan Drapetomania , kölelerin kölelikten kaçmak için kontrol edilemez itkilerini ifade etmekte kullanılan bir teşhistir.

Kleptomani teşhis ise ise ABD’de büyük alışveriş merkezlerinin açılmasından sonra başlamıştır. Satışa çıkarılan mallara dokunmanın serbest olduğu bu merkezlerde bu uygulama hırsızlıkların da artmasına sebep olmuştur. Yetkililer suç unsuru olan hırsızlığı, mental patolojiden ayırt etmekte sınıfsal davranımışlar; alt sınıf kadınların eylemi suç, üst sınıf kadınların eylemleri ise zihinsel rahatsızlığın sonucu olarak değerlendirilmiştir. Yani kleptomani teşhisi onları onları ceza almaktan alıkoyan bir mazeret olmuş ve en önemlisi de ahlaki üstünlük pozu vermiştir.

Homoseksüalitenin “bozukluk” olarak kabul edilmesi, heteroseksüel olmayan davranışlara karşı pratikleri dışlama amacıyla ortaya çıkmış ve 1980’e kadar da DSM’de bir bozukluk olarak kabul edilmişti.

Bu örnekler psikolojik rahatsızlıkların kültürden ve maddi koşullardan nasıl etkilendiğini açıkça göstermektedir.

Son kertede, tıbbi teşhislerin aksine, davranışları ve deneyimleri psikolojik rahatsızlık olarak varsaymak bilimsl değil politik ve ahlaki bir karardır. Neyin kabul edilir olup neyin kabul edilemez oluşuna dair normlar, kültürel iklim ve kültüren koşulların belirlediği normlardır.

Psikoloji tarihine baktığımızda bozukluk kategorilerinin yıllarla orantılı olarak arttığını görürüz. Hatta gündelik mutsuzluk, hoşnutsuzluk gibi duygudurumlarının profesyonel tedaviye ihtiyaç duyan bozukluklar söylemi yaygınlaşmaktadır. Dahası, sık konulan bazı teşhisler (çoklu kişilik bozukluğu, post travmatik stress bozukluğu, dikkat yetersizliği sorunu vb) insanların başkalarına zararlı olabilecek davranışlarını meşrulaştırmaya yarayabilmektedir. (“Elimde olan bir şey değil”, vb. gerkeçeler)

Konvansiyonel psikolojinin eleştirilmesi gereken en önemli yönelimlerinden biri ise problemin sebeplerini bireyde aramasıdır. Eleştirel psikolojinin asıl amaçlarından biri dikkati toplumsal altyapıya, özellikle kaynakların eşitsiz dağılımı ve sosyal gruplar arasındaki iktidar çelişkilerinin yol açtığı rahatsızlıklara yönlendirmektir. Eleştirel psikologlar bazı psikolojik problemlere biyolojik faktörlerin sebep olabileceği gerçeğini reddetmezler. Daha ziyadesiyle, biyolojik faktörlerin etkisine bakılmaksızın, problemlerin çoğunlukla toplumsal bağlamdan kaynaklandığı konusunda ısrarcıdırlar. Yani, bu tür problemlere ilştirilen anlamlar, değer yargıları ve sonuçları doğrudan kültürel, sosyal ve tarihsel koşullarla birebir ilişkilidir. Eleştirel psikologların asıl ilgilendiği şey, bozuklukları içinde bulundukları geniş bağlamla ele alabilmektir. Bunun iyi bir örneğini, feministlerin yeme bozuklukları hakkında yaptıkları eleştirilerde bulabiliriz.

Feminist bir yaklaşımla, bazı kilit meseleler yeme bozukluklarının niye cinsiyete özel olduğu, neden Avrupa ve Kuzey Amerika’da daha yaygın olduğu ve diğer yerlerde raslanmadığı, bu yeme bozukluklarından mustarip olanların son yıllarda neden artış gösterdiği gibi konulardır. Bu gibi konulara yaklaşmak için, feministler, kadınların sosyal ve kültürel açıdan nasıl ele alındıklarına, vücuda ve heteroseksüel arzuya ilgilerini yöneltmişlerdir. Örneğin, zayıflığın medyada kadını resmetmekte standart olarak kullanılmasına ve kadının vücudunun birlikte olduğu erkeğin sosyal gücüne ve refahına işaret etmekte araç olarak kullanılmasına dikkat çekmişlerdir. Kısacası, kadının nasıl göründüğü ve ne yediği hakkında göz hapsinde olması ve iştah gibi bedensel zevklerinden keyif almaktansa bunları bastırmak zorunda bırakılmasına yönelik eleştiriler öne sürmüşlerdir.

Psikolojinin kadınla olan sorunlu ilişkisi görmezden gelinemez. Sıkça rasladığımız Dora vakasını ele alalım. Çocukluk yıllarında sürekli öksürük ve baş ağrısından yakınan Dora, babasına arkadaş ziyaretlerinde eşlik ederken, babasının bir arkadaşının kendisine cinsel tacizde bulunduğunu söyler. Fakat bu söylediklerine kimse inanmaz. Babası, onun “kendine gelmesi” için onu bir terapiste götürür. Terapist, psikanalizin kurucularından olan Freud’dur. Babasının arkadaşı olan Bay K., Dora 14 yaşındayken onu taciz etmeye başlamıştır. Dora’nın babasının, Bay K.’nın karısı ile gizli bir ilişkisi vardır ve Bay K. bundan cesaret alıyor gibi gözükmektedir. Dora’nın annesi ise yaşadığı günün koşullarına uygun olarak Viyanalı bir “ev hanımı”dır; Freud kendisiyle hiç tanışmamasına rağmen ona“ev hanımlığı psikozu” tanısı koymaktan çekinmez. Bu standart kategoriler arasında bulamayacağımız bir tanıdır.. Freud, patriyarkal bakış açısıyla, her genç kızın Bay K. gibi adamlardan gördüğü ilginin hoşuna gideceğini ve bununla övündüğünü varsaymakta olduğundan, Dora’nın belirtilerini, bastırılmış arzularının bir tezahürü olan histeri olarak görür. Dora’ya bu düşüncelerini ısrarla kabul ettirmeye çalışınca Dora terapiyi bırakır, ve bu Freud’un onu yalnızca “rahatsız” olmakla değil, “sahtekar” ve “kindar” olmakla da suçlar. Bir süre sonra olayla ilişkili olan diğer yetişkinler Dora’nın Bay K. hakkındaki iddialarının gerçek olduğunun farkına varırlar.

Freud’un bazı düşünceleri klinikçiler arasında bugün de çok yaygındır. Özellikle, taciz edilen kadının aslında asıl tacizci olduğu, baştan çıkmış kadının erkek tarafından gelen tacizden hoşlanacağı, ve kadının aslında psikolojik olarak “eksik, arızalı bir erkek” olduğu türünden iddialardır bunlar. Tarih içinde, psikanalizle uğraşan kimi teorisyenlerin ortaya attıkları karşıt görüşler de çoğunlukla çok sıcak karşılanmamıştır. Örneğin Karen Horney, Freud’un kız çocuğu gelişimine dair düşüncelerini temel alarak, psikanalizler tarafından öne sürülen iddiaların küçük erkek çocuklarının naïf hipotezlerini andırdığına değinmiştir (1926/1967). Bunun üzerine alenen kınanır ve bazı profesyönel enstütülerde üyeliği tamamen men edilir (Garrison, 1981).

Değinilmesi gereken noktalardan bir diğeri konvansiyonel psikolojinin otonomi ve bireyselciliğe, bireyci başarılarla kendini gerçekleştirmeye aşırı önem vermesidir. Bu gibi şeyler işçi ve ezilenlerin birleşme ve komüniter değerlerine ters düşmektedir. Dahası, bazılarının içinde bulundukları yaşam koşulları -örneğin daha kolektif toplumlar- için o idealler ulaşılamaz ve zararlı olabilir. Terapistler bu gibi değerleri danışanlarına aşıladıkları zaman onlara aslında zarar verme riskine girmiş olurlar.

Klinikçiler, krizle başa çıkmak ve olumsuzlukların üstesinden gelmek hakkındaki yargılarında genellikle sosyal konumlanmada orta sınıfın sahip olduğu ayrıcalık ve kaynakların herkes için erişilebilir olduğunu varsayar. Profesyonel sınıftakiler için sosyal adelet sorgulanamazdır, baştan var olduğu kabul edilir. Bu, alt sınıf ve ezilen marjinal grupların çoğunlukla katıldıkları bir görüş değildir. Maddi kaynaklara ve sosyal güce sahip olmayan kişiler için, orta ve üst sınıfa has olan başa çıkma yöntemleri, çoğunlukla zaten erişilemezdir ve sonuç vermeyebilir.

Çoğu psikolojik tedavinin alt metninde sorunun bireyde olduğu ve dış faktörlerin sorgulanmasına ve değiştirilmesine gerek olmadığı gibi imalar vardır. Geleneksel tedavi şekillerinde, insanların sorunlarının asıl kaynağı olan çevrelerini değiştirmektense ona uyum sağlamalarına yardımcı olmak gibi yaklaşımlar hakimdir. Örneğin, kapitalizmin getirdiği iş hırsının işçiler üzerinde oluşturduğu kötü deneyimleri bireysel bir problem olarak görebilir; stresi azaltma, rahatlama, meditasyon ve ilaç tedavisi gibi yöntemler önerebilirler.

Evlilik terapileri de, evlilik kurumunu görmezden gelir ve bunu aynı sığ minvalde işlerler. Toplumda kadın ve erkeğin yerini sorgulamayı es geçerler. Kadının sosyal konumlanması, gücü vs gibi konuları hesaba katmadan iki insanın iletişimine odaklanırlar.

Bir kaynak olarak terapi aynı zamanda rahatsızlıklar yaşayan herkes için aynı şekilde ulaşılabilir değildir. Öncelikle para ve zaman gerektirdiği için ekonomik durumu yetersiz ve hayat biçimi haftada en az bir kere görüşmeye gidemeyecek kadar kaotik olmayan kişilere hitap eder.

Alternatif Yaklaşımlara Dair

ABD’de 1960 ve 70lerde yürütülen bazı öncü akıl sağlığı çalışmalarında sosyal değişim çabaları öncüdür ve bu çalışmalarda “bozuklukların” önlenmesine çalışılmıştır. Aileyi eğitme ve çocuk bakımı gibi önleyici yöntemlerinin yanısıra politik eylemler ve komünite organizasyonu gibi yöntemler ruhsal bozukluk riskini azaltmak niyetiyle gerçekleştiriliyordu. Bu gibi müdahale yöntemleri sayesinde, kronik akıl “hastalıkları” olan insanların akıl hastanelerde yalıtılmasındansa topluluk içinde yardım almaları sağlanabiliyordu. Daha sonra devlet bu komünite akıl sağlığı için maddi desteği kesmiş ve hastalar tedaviden mağdur kalmıştı.

Eleştirel Psikolog Olma Yolunda

1. “Bozuk” olarak tanımlanan bir davranış ve onun tedavisine dair bir bilgiye rasladığınızda, bunun ne kadar genellenebilir olduğunu kendinize sorun. Yazarın iddiaları ne kadar geniş bir kesim için uygulanabilir, deneydeki denekler kimlerdir ve başka kültürel arkaplanları olan insanlarda ne gibi farklılıklar çıkabilir gibi konuları sorgulayın. Mesela en basiti, yaş ve cinsiyet gibi faktörlerden dolayı ortaya çıkabilecek farklılıklar nelerdir?
 2. Bir konunun ele alınışındaki boşluklara dikkat edin. Hangi noktalar gözden kaçmış olabilir? Örneğin, bir akıl “hastalığı” tartışması, tanımlanan hastalığın riskine ve tedavinin sonucuna etki edecek sosyal, politik ve ekonomik şartları göz önünde bulundurmuş mudur?
 3. Bir yetersizliğe ya da bozukluğa, insanın olaylarla başa çıkma yetisini ya da iyileşme gücünü askıya alacak kadar odaklanmayın. Belirtiler, bir kişinin başa çıkma çabaları olarak mı, ya da diğer tüm yollar kişi için kapalı olduğunda yaşanan zor süreçlere bir uyum sağlama çabası olarak mı daha iyi anlaşılabilir?
 4. Bireysel farklılıklar olarak tanımlanan yetersizlikler ve niteliklerin, belirli bir durum ya da bağlamda ortaya çıkan davranışlar olup olmadığını kendinize sorun. “Hangi gruplar risk altındadır” sorusu yerine “Risk altında olan kişilerce paylaşılan yaşam koşulları nelerdir?” gibi soruları tercih edin.
 5. Psikolojik müdahaleler hakkında sorular ortaya atın. Gerçekten “değer yargısız” mıdırlar, öyle mi olmalıdırlar ya da olabilirler mi? Tedavinin amaçları çok küçük ve ayrıcalıklı homojen bir kesimin bakış açısını mı yansıtırlar? Tedaviler “değer yargısız” kisvesi altına saklanırken statükonun korunmasına yardımcı olmakta mıdır?
 6. Toplumun tüm üyelerinin iyiliği nasıl sağlanabilir? Ne tür sosyal değişimler gereklidir? Normallik ve iyi hayat gibi vizyonların oluşmasına kim katkı sağlamaktadır? Kimler bunun dışında kalır? Engelli ya da akıl sağlığı “bozukluklarından” ötürü işlevlerini yerine getiremeyen kişilerin nitelikli ve insancıl bir hayat yaşamaları için ne tür kişisel değerler ve etik sorumluluklar yürürlüğe girmelidir?


Twitter
Facebook
© Copyright 2013 - TODAP