Uzunca bir süredir, yaşanan taciz ve tecavüz olaylarında yargının ve Adli Tıp Kurumu'nun kadınların ve çocukların mağduriyetini arttıracak yönde verdiği kararlara tanık olmaktayız. Tecavüz kendi başına bir suç iken, ceza kararı için beden ve ruh sağlığının kalıcı olarak bozulup/bozulmadığına ilişkin rapor istenmekte, üniversite hastanelerinden alınan raporlar “duygusal” oldukları gerekçesiyle kabul edilmemekte, süreç uzatılmakta ve failler salıverilmektedir. Bu durum taciz/tecavüze uğrayan kadınlar ve çocuklar kadar toplumun diğer kesimlerinde de onulmaz acılara yol açmakta, çaresizlik ve öfke duyguları yaratmakta, korku kültürünü beslemekte ve erkek egemen sistemin kadınlar üzerinde baskısını arttırarak devam etmesine yol açmaktadır.
Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği Girişimi olarak bizler, daha fazla kadın ve çocuğun mağdur edilmemesini ve yargı sürecinde acilen bir değişikliğe gidilmesini talep ediyoruz.
Bunun için 26 Ekim 2010 tarihinde saat: 18.00'da Eski Sümerbank önünde yapacağımız basın açıklamasına herkesi davet ediyoruz.
Tarih: 26 Ekim 2010 Salı / Saat:18:00
Yer : Emekli Sandığı (Eski Sümerbank) Önü / Konak İZMİR
Basın Metni:
BASINA VE KAMUOYUNA,
Uzunca bir süredir yaşanan taciz ve tecavüz olaylarında yargının ve Adli Tıp Kurumu’nun kadınların ve çocukların mağduriyetini arttıracak yönde verdiği kararlara tanık olmaktayız.
Daha önce Üzmez ve Mardin davalarından bildiğimiz adil olmayan bu kararlara, son olarak Ankara'da üniversite öğrencisi bir genç kadını kaçırıp tecavüz eden iki sanığın, dosyanın İstanbul Adli Tıp Kurumu'ndan geç geleceği gerekçesiyle tahliye edilmesi eklenmiştir.
Ülkemizde cinsel saldırı mağdurlarının muayene ve raporlama süreçleri Adli Tıp Kurumu 6. Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından yerine getirilmektedir. Ancak bu süreç tek bir kurum eliyle yapıldığından raporun mahkemeye ulaşması 2 - 2,5 yılı bulabilmektedir. Adli Tıp Kurumu buna gerekçe olarak da hiç de gerçekçi olmayan bir biçimde “cinsel suçlarda beden ve ruh sağlığının kalıcı bozulup bozulmadığının tespiti için bilimsel olarak 18 yaş altındaki çocuklar için 6-7 aylık, erişkinler için ise 12 aylık sürenin beklenmesi gerektiğini” söylemektedir. Oysa ki, ruhsal etkilenmenin boyutu, bir iki görüşmeyle saptanabilecek ruhsal belirtilerden çok daha fazlası olabilir. Kadının ne kadar etkilendiğinin, ne deneyimlediğinin, DSM- IV (psikiyatri tanı kriterleri kılavuzu) kriterlerine sıkıştırılmaya çalışılması da çok indirgemeci bir yaklaşım niteliğindedir. Kadın, baş etme mekanizmalarına, çevresel faktörlere, travmatik olaydan sonra yaşanan durumlara bağlı olarak, farklı zamanlarda farklı düzeylerde ruhsal belirtiler gösterebilir. Yıllar sonra bile bazı belirtilerin yeni ortaya çıkmaya başlandığı gözlenebilir. Ruhsal belirtinin varlığı ya da yokluğu, tecavüzün varlığına veya etkilenmenin miktarına bir kanıt olamaz.
Adli Tıp Kanunu ve Yükseköğretim Kanununda ve Adalet Bakanlığı Genelgesinde üniversite hastanelerindeki adli tıp birimleri resmi bilirkişi kabul edilmesine rağmen Yargıtay 5. Ceza Dairesi üniversite hastanelerinden alınan raporları yetersiz ve geçersiz kabul etmektedir. Aksine üniversite hastanelerinin Psikiyatri Anabilim Dalları bilirkişi statüsündedir ve bu kurumlar sadece tanı koymakla kalmayıp, olayı bir süreç olarak değerlendirmekte, kadına ve çocuğa yönelik tedavi programları ile bireyi güçlendirmeye dönük çalışmalar yapmaktadır. Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nin tecavüz davalarını Adli Tıp Kurumu'na göndermekteki ısrarı ise kadın ve çocukların adalete erişim hakkını engellemektedir. Daha da önemlisi, tecavüz kendi başına bir suç iken, mahkeme tarafından verilecek kararlarda beden ve ruh sağlığının kalıcı olarak bozulup bozulmadığının raporlanmasına ihtiyaç duyulmasının mağdurun aleyhine olduğu açıktır.
Bugüne kadar yaşananlar göstermiştir ki;
- Kadınlar Adli Tıp Kurumu'nda muayene için en az 1-1,5 yıl beklemekte, “beden ve ruh sağlığı kalıcı olarak bozulmuştur” raporu alabilmek için ise o süre zarfında tedaviyi reddedebilmektedir. Kısaca, Adli Tıp kadına " önümüzdeki bir yıl daha iyi olma, iyi olursan fail cezalanmaz" demektedir. Suçun ispat edilmesi sürecinde ve cezası belirlenirken ruhsal etkinin şiddeti ve etkilerinin kalıcılığının kanıtlanması beklenmektedir. Başka suçlarda, örneğin bir kap kaç saldırısında, böyle bir ruhsal rapor istenmemektir ve bu zihniyet, aslında bir nevi adalet sisteminin tecavüzü nasıl meşrulaştırdığına ve cezasızlıkla ödüllendirdiğine bir örnek teşkil etmektedir: "kadın ancak çok kötü etkilenmişse cezayı ağırlaştıracağız, çünkü etkilenmemiş, hatta zevk almış bile olabilir!"
- Kaldı ki mağdurun ruhsal durumunu tespit etmek adı altında geçen zaman zarfında olayın adli bir vaka olarak takibinin sonlandırılması ve sanıkların herhangi bir ceza almaması mağdurun içinde bulunduğu psikolojik durumun kötüleşmesine sebebiyet verecek birincil unsurlardandır. Bu durum sadece tecavüze uğrayan kadınlar üzerinde değil, diğer bütün kadınlar ve toplum üzerinde de onulmaz acılara yol açmakta, öfke ve çaresizlik duyguları yaratmakta, korku kültürünü beslemekte ve erkek egemen sistemin kadın üzerindeki baskısının artarak devam etmesine yol açmaktadır.
- Tecavüz sonrası "beden ve ruh sağlığı bozulmuştur / bozulmamıştır" kararının tecavüz suçunun niteliğini ya da cezanın ağırlaştırıcılığını belirliyor olması başlı başına bir sorundur. Çünkü, ceza hukukunda bir kişinin işlediği suçtan dolayı sorumlu tutulmasının önkoşulu suç işleme kastının olmasıdır. Suç işleme kastı, cezai sorumluluğun ve cezanın türü ve ağırlığının belirlenmesinde esastır. Bu bağlamda yaşanan olayın tecavüz olarak nitelendirilmesinde mağdurun içinde bulunduğu ruhsal durumun raporlanmasından çok olayın yaşanma şekli, olayın suç olarak değerlendirilebilmesine yol açacak kasıtın varlığının tespiti önemlidir. Bilindiği gibi, tecavüz gerçekleştirildiği ortam ve koşullardan ötürü ispatlanması zor bir durumdur. Görünen o ki, yargı tecavüz suçu sabittir diyebilmek için kadının direnmesini ve bu direnme sonucunda bedensel olarak ciddi bir biçimde yaralanmasını, bunlar yetmezmiş gibi, ruh sağlığının bozulmasını istemektedir. Erkek egemen zihniyetin hâkim olduğu bu yargılama süreci tecavüzün ispatlanabilmesi ve faillerin cezalandırılması için, tecavüz esnasında ve sonrasında kadının bedel ödediğini ve acı çektiğini kanıtlamasını beklerken, birçok davada “ruh sağlığı bozulmamıştır” yönünde karar vererek asıl önemsediği kişilerin mağdurlar olmadığını göstermektedir.
Bizler Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği Girişimi (TODAP) olarak, bu konuda acilen değişikliğe gidilmesi ve daha fazla kadın ve çocuğun mağdur edilmemesini istiyoruz.
Bunun için, öncelikle, taciz ve tecavüzün, mağdurların ruh sağlığının bozulup bozulmadığı yönünde bir rapora ihtiyaç duyulmaksızın cezalandırılacak bir suç olarak tanınması ve Yargıtay 5. Ceza Dairesi tarafından üniversite hastanelerinin bilirkişi olarak kabul edilmesini istiyoruz. Ayrıca, mağdurların tecavüz sonrası daha fazla hırpalanmaması ve acı çekmemesi, sürecin daha hızlı ilerlemesi, tüm bu süreç boyunca kadını yargılamayan, güvenebileceği ve kendini açıkça ifade edebileceği meslek elemanları ile çalışabilmesi için Cinsel Saldırı Kriz merkezlerinin kurulmasını talep ediyoruz.